Bu başlık bana ait değil.
İki önemli Ekonomi Bakanının açıklamaları bunlar.
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan Yeni Şafak Gazetesi’ne “mutluluk oyunu devam edemezdi” açıklamasında bulunuyor.
Aynı gün Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’da mevcut üretim yapısı ile Türkiye'nin 2023 hedeflerini tutturmasının zor olacağını ilan ediyor.
Ekonominin başındaki iki Bakandan biri geçmişi eleştiriyor; bir diğeri geleceğe zor diyor.
Ali Babacan “bankalar kredi veriyor para kazanıyor, vatandaş ev alıyor, bir sürü kredi kartı harcaması yapıyor; gücünün yetmediği şeyleri alabiliyor.Bu aslında toplumda kısa vadede herkesin hoşuna giden bir tabloydu. Buna dur dedik” diyor.
Sayın Babacan ‘mutluluk oyunu’ olarak 2010 yılındaki yüzde 9,2 ve 2011 yılındaki yüzde 8,5’luk Türkiye ekonomisindeki krediye dayalı büyümeleri kast ediyor. Babacan benzer açıklamayı Eylül ayında da yapmıştı.
Zafer Çağlayanise Türkiye’nin insan gücü, lojistik ve altyapı olarak bir probleminin olmadığını belirtiyor ve strateji olarak da eksiklerinin olmadığını ekleyip “zihniyet devrimine” ihtiyaç olduğunu söylüyor.
Aksi halde 2023 hayal!
****
Bu açıklamaları okuduğum saatlerde MUSİAD’ın “küresel kriz ve istihdam” raporunu inceliyordum.
Açıkçası, MUSİAD’dan daha doyurucu bir istihdam raporu bekliyordum. İstihdam raporunda ve TUİK'in bazı verileri arasındaki çelişkileri peşinen belirtip yukarıda iki bakanın açıklamalarına konuyu bağlayacağım.
Önce MUSİAD’ın raporundan bazı tespitler:
A-)2002-07 döneminde Türkiye yıllık yüzde 6,8 büyüme oranı ile (GOE) gelişmekte olan ülkeler kategorisinin (kendi sınıfımız) yüzde 6,9’luk büyümesinin gerisinde kalmıştır.
B-)2008-2011 dönemi ‘dışa bağımlı’ kırılgan bir büyüme dönemidir. Bu dönemde Türkiye yıllık ortalama yüzde 3,4 büyürken GOE ülkeleri yüzde 5,4 düzeyinde büyümüştür. Krizin en şiddetli estiği 2009 yılında Türkiye -4,7 küçülürken GEO ülkeleri ortalama 2,2 büyümüştür.
Buraya bir ekleme yapmak zorundayım: Türkiye maalesef kendini bazı durumlarda GEO ülkeleri ile kıyaslıyor, başka durumlarda (GE) gelişmiş ülkelerle kıyaslıyor. Bu açıdan MUSİAD’ın raporu objektiflik açısından çok yerinde çalışma olmuştur. Ve bu rapor Türkiye’nin ekonomik başarısının mucize olmadığını, hatta GEO ülkelerinin gerisinde bile kaldığını gözler önüne seriyor.
İkinci bir not ise 2009 küçülmesidir. Türkiye 2009'da GOE ülkeleri büyürken neden daraldı? Bu sorunun cevabı da bir çok gizli gerçeği açıklayacaktır.
C-)MUSİAD raporunda İSO üyeleri ile yapılan çalışmaya göre reel döviz kuru oynaklığındaki artışlar imalat sanayindeki istihdam artışını aşağıya çektiği belirtiliyor. (Bu nokta 2006-2008 Durmuş Yılmaz Başkanlığındaki Merkez Bankası politikalarını yeniden sorgulamamız gerekir. O yıllarda reel döviz kurunun tavan yapışı ile istihdam tıkanışının açıklamaya muhtaç olduğu görülmektedir.)
Şimdi MUSİAD raporundaki bazı ek açıklama noktalarına değineceğim:
1-) Küresel finansallaşma sonucu reel ücretler üzerinde bir baskı olduğu kabul ediliyor, fakat Türkiye bu açıdan detaylı incelenmiyor. Siyasiler gibi asgari ücret, memur maaşları ve emekli maaşları (kamu tarafından belirlenen ücretler) söylemler geliştirmesine karşılık özel sektörün durumu net ifade edilmiyor.
DPT’nin internet sitesinde ekonomik ve sosyal göstergeler tablosunda bu ayrım 2000-2010 yılları için yapılmış. Bu çalışmaya göre 10 yılda asgari ücretin yüzde 38, memur maaşlarının yüzde 33 reel arttığını görüyoruz. Buna karşılık özel sektör ücretleri 10 yılda net yüzde -16,3 gerilemiştir.
Asgari ücret artışı özel sektör ücretlerinin kaybını önleyememiştir. Hele hele ekonomik büyümeye rağmen çalışanların ücret gelirlerinin artamamış olması büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
2-) Tarım sektörü 90’lı yıllarda 9 milyon civarında gizli işsizliği de kapatacak şekilde istihdam oluştururken 2003-2008 yıllarında tarım istihdamı 5 milyonun altına geriliyor. Lakin muhteşem büyümelerin yakalandığı 2010-2011 yıllarında tarım istihdamının yeniden 6,5 milyonun üzerine çıkışı izaha muhtaçtır.
3-) Benzer eğilimi 2003-2008 yılları ile sonraki 4 yılda da görüyoruz. Önceki 5 yılda kümülatif büyüme yüzde 30’ların üzerine çıkmasına rağmen toplam istihdam nerede ise 20-21 milyon aralığında sabit kalıyor. Oysa 2008-2011 yıllarında toplam büyüme yüzde 15 seviyelerinde kalırken istihdam miktarı 24 milyon bandını aşabiliyor.
Burada şu eklemeyi de yapmalıyım: MUSİAD, istihdam raporunda işsizliğin gizlenmesine ve ötelenmesine de “somut gerekçe göstermeden” vurgu yapıyor. Sanırım raporu hazırlayanlar örtülü açıklama gereğine ihtiyaç duymuşlar.
4-) Raporda Türkiye’nin rekabet gücü analizinde asgari ücret üzerinden hareketle ihracatçı açısından kaybedilen avantajlara dikkat çekilirken, özel sektöre bir bütün olarak bakılmıyor. Çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi asgari ücret reel olarak artmasına karşılık özel sektör ücretlerinin reel kaybı daha geniş çalışmaları gerekli kılmaktadır.
Ayrıca 2003-2008 yıllarındaki istihdam yaratmayan büyüme modelinden ne oldu da 2008-2011 döneminde anormal sayılabilecek şekilde istihdam yaratan büyüme modeline geçmiştik? Bilindiği gibi Türkiye 2010 ve 2011 yıllarında ithal cenneti-tüketim ülkesi olmuştu.
Yani Babacan’ın deyimi ile mutluluk oyunu oynamıştı.
Veya Zafer Çağlayan’ın açıklaması ile sürdürülemez bir üretim yapısı kurmuştu.
****
Küresel ekonomik sistem “arz iktisadı” sorunları ile boğuşuyor. 29 buhranı ile geliştirilen Keynezyen iktisat, yani “talep iktisadı” 80’lerde çökmüştü.
29 buhranında ekonominin ihtiyaç duyduğu ek talebi kamu eliyle oluşturmayı amaçlayan Keynezyen modelde devletler fiili olarak ekonomik hayatın içine giriyor, istihdam ve geliri artıracak yatırımlara ve üretimlere katılıyordu. Oysa sonraki yıllarda devletlerin ekonomide verimli olmadığı ortaya çıkıyor, üç kişilik işe 30 kişinin alındığı, zararlı işletmelerin gereksiz sürdürüldüğü, verimsizliğin arttığı görülerek 80’lerde yeniden özel sektör gözde oluyor.
Girişimcilik desteklenerek özel sektör eliyle büyüme amaçlanıyor. Girişimcilik desteği ile oluşan “arz iktisadına” ben şahsen “patron ekonomisi” adını veriyorum.
Bu modelin kaçınılmaz süreci ticari bankacılıktan yatırım bankacılığına geçişi sağlıyor. Finansallaşma ile reel ekonomiden kopuk bir finans piyasası kavramı gelişerek odak noktası finansal yatırımcı memnuniyeti oluyor.
Çok basit anlatarak bu sürecin bazı sıkıntılarına değinmemiz gerekiyor. Ki Zafer Çağlayan ile Ali Babacan’ın açıklamalarının perde arkasını çözebilelim. Ve tabii MUSİAD’ın istihdam raporunun diğer yüzüne bakabilelim:
Devam ediyoruz:
60 trilyon dolarlık reel ekonomiye karşılık 200 trilyon dolarlık bir finans piyasası oluşarak ekonominin merkezi reel yapılanmadan mali yapılanmalara geçiyor.
a-Artık fabrikalar yerine bankalar öne çıkıyor.
b-Artık işçi ücretleri yerine -yarınları tüketen- harcanan gelir (çoğu kredili) öne çıkıyor.
c-Artık toplumsal refahın yerine kar oranları her şeyi açıklanıyor.
d-Artık insan yerine para geçiyor.
e-Artık değer ölçü birimi tek birime, paraya indirgeniyor.
Arz iktisadının, yani patron ekonomisinin ihtiyacı yüksek ücretli çalışan değil, bankaya alıştırılmış, kredili tüketime muhtaç insan oluyor. Bu yolda finansal kurumların kural dışılığı, haksız kazançları, hileleri gözden kaçırılabilir. Denetleme kurumları ile finansal kurumlar arasındaki çıkar ilişkisi üst düzeyde sürdürülebilir, kazan-kazan ilişkisi son noktaya kadar taşınabilir.
Merkez Bankalarının enflasyon hedeflemesi ile amaçladığı finansal istikrar, zaten sıcak paracıların - finansçıların getirilerini garantiye alan bir diğer güvence değil midir?
****
Şimdi tüm yazdıklarımızı toplayalım: Arz iktisadı (patron ekonomisi) reel sektör çıkarlarından finans sektörü çıkarlarına evrimleşip tüm odağı “mutluluk oyunu” üzerine kurmuş olmaktadır.
Bu sistem düşük ücretli çalışan ama kredi kullanan bir istihdam politikasına ihtiyaç duymaktadır.
Lakin 50’li, 60’lı hatta 70’li yıllarda da kredi kullanan çalışan sektörün iş garantisi, iş güvencesi vardı. Bugün ise artık bu güvencelerin törpülenmesi ve esnek istihdama geçilmesi elzemdir. Yarın işimi kaybedebilirim kaygısı ile kredili gelecek kurgusu maalesef toplumsal refahı artırmıyor, bilakis batı toplumlarını sokaklara döküyor.
Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliği geçen hafta toplanarak son iki yılda halka arz edilen 52 şirketin 42 tanesinin halka arz fiyatının altında oluşunu görüşüyor. Üstelik borsanın ciddi oranda yükseliş yaşadığı bir dönemde halka arzlar bu sefil durumda nasıl oluyor?
Benim için hiç yabancı olmayan bu sürece sadece şunu söyleyebilirim:
Mutluluk oyunu sürüyor.