Basit sorular sorarak ilerleyelim. Karmaşık gibi görünen ya da bilerek isteyerek karmaşık hale getirilen sorunlara karşı benim tavrım açık; ya tarihsel düşünür ve bu yöntem ile tarihsel geri plan içinde “gezinerek” bugünü açıklayan ipuçların izini sürerim ya da akıl yürütmenin basit kurallarına sığınıp, kendi basitliği için meseleyi anlaşılır hale getirmeye çalışırım.
Musul meselesini iki döneme ayırıp, meselenin merkezine yönelteceğimiz sorular, öyle sanıyorum meselenin anlaşılır hale gelmesinde önemli oranda ön açıcı olacaktır.
1- 2003 yılında kabul edilen Irak geçici Anayasasının 58. maddesine göre Musul ve 2005 yılında kabul edilen Daimi Anayasanın 140. maddesine göre Musul.
2- 10 Haziran 2014 de DAİŞ’in işgal ettiği Musul.
Bugün Musul operasyonu adıyla gündemimize yerleşen sorun esasen, Musul’un DAİŞ’ten temizlenmesi sorunu olarak ifade ediliyor. Ama meselenin bu kadar basit olmadığını yapılan baş döndürücü pazarlıklardan ötürü biliyoruz. Pazarlıkların merkezinde sadece Musul’un DAİŞ’ten kurtarılması yer almıyor. Mesele temel olarak Musul’un DAİŞ’ten kurtarıldıktan sonra kaderinin ne olacağında düğümleniyor.
Tam da bu noktada operasyona katılmak isteyen devletler ve güçlerin Türkiye’yi neden dışlamak istedikleri önem kazanıyor. Öyle ya, insanlık düşmanı olan DAİŞ’le mücadele etmek isteyen Türkiye’nin önü neden ve hangi amaçlarla kesilmek isteniyor? Aklı başında herkes, bütün dünyanın DAİŞ ‘e karşı savaşmasını isterken, İran, Irak ve ABD neden Türkiye’yi bu mücadelenin içinde aktif olarak istemiyor?
İşte bu soruların doğru ve gerçek cevaplarını bulmak için biraz geriye giderek, 2003 sonrası Irak’ın nasıl inşa edilmek istendiğine bakmak lazım.
2003 yılında, Baas rejiminin devrilmesinden sonra kurulan ve çeşitli dini, siyasi ve etnik liderlerden oluşan 25 kişilik kurul Irak geçici anayasasını hazırladı. Hazırlanan geçici anayasanın 58. maddesi Musul ve Kerkük vilayetlerinin statüsü için referandum yapılmasını öngörüyordu. Bu madde oylandı ve meclis tarafından onaylandı. Ama çeşitli bahaneler ileri sürülerek söz konusu maddenin gereği yerine getirilmedi.
2005 yılında, Irak daimi Anayasası kabul edildiğinde de aynı sorunlar 140. madde olarak anayasada yerini aldı. Özellikle Şii güçlerin merkezi hükümette ağırlık kazanmasıyla anayasanın amir hükümleri, bilerek isteyerek savsaklandı ve siyasi mücadelenin “kutuplaştırıcı” ana malzemesi haline getirildi. İran’ın sınırsız desteğiyle Irak siyasetini ve yeni federal yapıyı domine etmek isteyen Şii güçlere karşı, Kürtler de çok ciddi adımlar atmaya başladı.
7 Mayıs 2006’da yeni bölgesel hükümetin kuruluşu sırasında “Kürdistan Bölgesi Dışındaki Bölgeler Bakanlığı” adlı yeni bir bakanlık kurdu. Bu bakanlık, Ninova (Musul), Kerkük, Hanekin, Sincar, Şeyhan, Zummar vb. gibi yerlerle ilgileniyor ve aynı zamanda tıpkı bir dışişleri bakanlığı gibi Kürt bölgesinin uluslararası ilişkilerini takip ediyordu. Söz konusu bakanlık bir taraftan merkezi hükümet nezdinde anayasanın 140. Maddesinin uygulanması için geniş çaplı çalışmalar yaparken, diğer taraftan, Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani, anayasanın 140. maddesinin uygulanması konusunda özel temsilci atıyordu. Bölgesel Kürt Meclisi de Meclis Başkan Yardımcısı Kemal Kerküki başkanlığında anayasanın 140. maddesinin izlenmesi için bir komisyon görevlendirmişti.
Bununla yetinmeyen Bölgesel Kürdistan yönetimi, merkezi hükümete yeni bir anayasa teklifinde bulundu. Yeni Anayasa teklifini kendi meclisinde oylayıp kabul eden Bölgesel yönetim, bu Anayasanın 2. maddesinde Kürdistan bölgesel yönetimin sınırlarını şöyle tarif ediyordu. “Irak Kürdistanı Dohuk ili, bugünkü idari sınırlarıyla Kerkük, Süleymaniye, Erbil illeriyle Ninova (Musul) ilinin Akre, Şeyhan, Sincar, Telafer, Tilkef, Karakuş, Zummar, Başıkıiye ve Eski Kelek kentlerinden; Diyala ilinin Henekin ve Mendeli kentleri ve 1968 yılı öncesi idari sınırlarıyla Vasıt ilinin Bedre kenti ve Cessan bölgesinden oluşmaktadır..”
Ve dananın kuyruğu kopuyordu. Perşembe günü kaldığım yerden devam edeceğim.