Dostum, “Senin bir süredir cumhurbaşkanlığı seçimi için, ‘Bir sürpriz bekleyin’ deyip durduğunu biliyorum, beklediğin sürpriz, durduk yere patlayan bu rehine krizi mi? Yoksa, dışişleri bakanlığı, gazetecilere, ‘Gelin orada kalan diplomatlarımız ve aileleri mensupları için ‘rehine’ sözcüğünü kullanmayalım’ tavsiyesini bu yüzden mi yaptı?” deyiverdi.
Çok kötü düşünceleri aklıma üşüştürdüğü ve bu tür bir komployu kimselere yakıştıramadığım için dostumu başımdan savdım. Ancak üzerinde biraz imal-i fikr edince, zihninden geçenleri sizlerle paylaşmaya karar verdim.
İran İslam Devrimi (1979) henüz çok tazeyken yaşanan ‘rehine krizi’ni hatırlar mısınız? Devrik Şah’ı tedavi için ülkesine kabul etmesine tepki olarak, bir grup üniversite öğrencisi, Tahran’daki ABD büyükelçiliğini basıp 52 diplomatı ‘rehine’ almıştı...
Hatırladınız mı? Amerikalılar televizyon haberleriyle her gece kahroldukları diplomatlarının uğradığı muamele sebebiyle bilenmişlerdi. CBS televizyonunun anahaber sunucusu ünlü Walter Cronkite, bülteni, “Bugün diplomatlarımızın rehine alınmasının şu kadarıncı günü” diyerek tamamlıyordu.
Ağaçlara renkli kurdela bağlama ve araçlara Amerikan bayrağı takma âdeti ilk o kriz sırasında başlamıştı.
Tam 444 gün sürdü rehine krizi ve o süre boyunca yapılan yazılı-görüntülü yayınlar sonrasında, Amerikan psikolojisinde ‘İslâm, İran ve Ortadoğu’ kavramları önceki kabullerinden farklı bir mâhiyete büründü.
Rehine krizi o günlerde Türkiye’de nasıl bir iz bıraktı bilemiyorum; o sırada ben ABD’deydim ve Boston’dan Yeni Devir gazetesine “Bu işin içinde bir başka iş var” anlamı taşıyan —evet, hafif ‘komplo’ kokan— yazılar ve diziler gönderiyordum...
‘Komplo’, yeniden seçilmek isteyen ABD’nin en ‘Filistin-yanlısı başkanı’ olma özelliğini bugün bile koruyan Jimmy Carter’ın önünü kesmeyle ilgiliydi. “Beceriksiz Carter kaybetsin de...” diye oy kullandı Amerikalılar ve yeni başkan Ronald Reagan’ın yemin edip göreve başladığı saatlerde ‘rehineler’in salıverilmesiyle çifte bayram yaptılar...
‘October surprise’, ya da Türkçesiyle ‘Ekim sürprizi’ komplosu neden sonra fâş oldu. Meğer Jimmy Carter kendisine başkanlığı kaybettirebileceğini açık-seçik gördüğü krizi devletin imkânlarıyla çözmeye ve pazarlık tekliflerine direnip askeri operasyon düzenleyerek ‘rehineleri’ serbest bıraktırmaya çabalarken, rakibinin arkasındaki güçler, farklı bir yol izlemişler...
Fransız istihbarat örgütünün şefi Alexander de Marenches, Reagan’ın ekibinden —sonradan ikisini de CIA başkanlığına getireceği— Baba Bush ve William Casey ile Ayetullah Mehdi Karrubi’yi Paris’te buluşturmuştur. 19 Ekim 1980 tarihinde.
Alexander de Marenches Kulis okurlarının yabancısı değil. ‘Dost istihbarat örgütleri’ şeflerini zaman zaman biraraya getiren ‘Safari Kulüp’ onun fikridir çünkü. Dahası, Polonyalı Papa 2. Jean Paul’ün Roma’da Mehmet Ali Ağca tarafından vurulması eyleminde de adı geçmiştir Fransız istihbaratçının... İtibarlı bir Amerikalı gazeteci olan Pierre Salinger’a ‘Ekim sürprizi’ ile bilgi sunanlar görüşmeleri ayrıntılı biçimde anlatmış, Amerikan tarafının yalanlaması üzerine, Salinger, gerçeği de Marenches’e itiraf ettirmiştir...
İranlılar bu pazarlıkta yeni başkanın Irak’la savaşlarında kendilerine silâh sağlamasını istemişlerdi. İstedikleri silâhlar İsrail üzerinden kendilerine ulaştırılmıştır. O günlerde İsrail’in dışişleri bakanlığı koltuğunda oturan İzak Şamir’e, sonradan, “Ne diyorsunuz, ‘Ekim sürprizi’ gerçek miydi?” diye sorulduğunda, hiç tereddüt etmeden “Elbette gerçekti” cevabını vermişti.
Uzun lâfın kısası şu: 1979-1980 yıllarında yaşanan 444 günlük ‘rehine krizi’nde, rehine mukabili silâh pazarlığı yapılmış ve sürecin sonunda başkanlık seçiminin bankosu sayılan Carter değil, en uzun kariyerini Hollywood’ta ‘artist’ olarak geçirmiş Ronald Reagan seçilmiştir...
“Ne demek istiyorsun?” diye sormayın lütfen. Bu konuyu gündeme getiren ben değilim, bir dostum... Ayrıca bizim Musul’daki 80 vatandaşımız da ‘rehine’ sayılmıyor...
Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar teslim edilmedikleri taktirde soruyu yeniden sorarsınız, olur mu?