Meselenin “Musul’u kurtarmak” olmadığını, asıl hedefin Ortadoğu’ya yeni bir harita dayatmak olduğunu artık Kemal Kılıçdaroğlu gibiler de biliyor.
İddiamı gerekçelendirmeden önce, eski CIA Başkanı John Brennan’ın bir öngörüsünü aktarmak istiyorum.
Ben “öngörü” diyorum, siz “projeksiyon” anlayın.
CTC Sentineladlı yayın organına mülakat veren Brennan, Suriye ve Irak’taki devlet yapısının “yeniden telafi edilemeyecek şekilde zarar gördüğünü” söylüyordu ve sözlerini şu manidar tahminle noktalıyordu:
“Suriye ve Irak’ta toprak bütünlüğünün sağlanabileceğinden kuşkuluyum. Etnik ve mezhepsel gerginliklerin sürmesi iki ülkeye de zarar veriyor. Yakında iki ülkede de Kürt bölgeleri gibi özerk bölgeler ortaya çıkabilir.”
Brennan ilginç bir istihbaratçı.
Bazı konularda, Obama ve çevresiyle ters düşüyor.
Özellikle “Türkiye” konusunda...
Ki, “Türkiye’yi anlayalım ve kollayalım” demeye getiren çok sayıda beyanatı olduğunu biliyoruz.
Mevcut yönetimle ters düşse de, ülkesinin Ortadoğu politikası konusunda çok da şekvacı görünmüyor. En azından yüksek sesli bir itirazda bulunmuyor.
Hep, “Böyle olacak” diyor...
Dediği gibi oluyor...
Suriye ve Irak’ın bölüneceğini (toprak bütünlüğünü muhafaza edemeyeceğini) söylüyorsa, biz buradan “öyle olması için çaba gösteriliyor” sonucunu çıkarmalıyız.
Bir televizyon yayınında, DEAŞ için, “yed-i emin” tanımlamasını kullanmıştım.
Musul, çünkü, “işgal” edilmedi.
Bir tür yed-i emin olan DEAŞ’ın kontrolüne verildi.
Bunu nasıl anlıyoruz?
Muhakeme yürüterek...
DEAŞ, Musul’u, “serseri mayın” özelliği gösteren 800 kişilik bir birlikle teslim alıyor.
Bu birliğin “seyrini” canlı yayında izledik. Pikaplarla, ağır silah tanımına girmeyen silahlarla girdikleri Musul’u, karşılarındaki ağır silahlarla donatılmış 50 bin kişilik Irak ordusuna rağmen birkaç saat içinde teslim alıyorlar.
Şu soruları sormanın tam da zamanıdır:
DEAŞ nasıl oldu da, “tek mermi atmadan ve hatırı sayılır bir kayıp vermeden” şehre girebildi?
Sayı ve silah üstünlüğü bulunan Irak ordusu niçin direnmedi?
Sonradan ortaya çıkan bilgilere göre, Irak ordusuna “bölgeden çekil” emri verilmiş.
Bu emri, Irak Merkezi Hükümeti mi verdi?
Evet, “bölgeden çekil” emri Irak Merkezi Hükümeti’nden gelmiş. Bunu, Iraklı yetkililer de itiraf ediyor.
Bu bir “ricat” değilse (ki, değil), Irak Merkezi Hükümeti’ne bu kararı aldıran irade nedir?
Son soruyla bağlantılı olarak, şu soruyu da sormamız gerekiyor:
DEAŞ’ın varlığından ve uyguladığı “vahşi terör”den yakınanlar Musul’u kurtarmak için neden iki yıl beklediler?
Neyi beklediler?
Sıcağı sıcağına müdahale edilseydi (DEAŞ’ın güçlenmesi sağlanmasaydı) işgali sona erdirmek daha kolay olmayacak mıydı?
Demek ki “koalisyon güçleri” (müdahaleyi meşrulaştırmak için) DEAŞ’ın daha da “büyümesini” ve “fotoğraf” vermesini beklediler. (“Dünyanın en vahşi terör örgütü” fotoğrafı...) Ve Musul’un iki yıl boyunca “yed-i emin”de, yani DEAŞ’ta mahfuz tutulmasında sakınca görmediler. Irak ordusunun çekilmesini de problem yapmadılar. Belki de Batı’nın kuklası olmuş Irak Merkezi Hükümeti’ni yönlendirerek “çekilme sürecine” katkıda bulundular.
Çünkü amaç Musul’u kurtarmak değil, Irak’ın parçalanmasını hızlandırmak.
Brennan, “Etnik ve mezhepsel gerginlikler” diyordu.
Etnik ve mezhepsel gerginliklerin devam etmesi, İran’ın bölgede üstleneceği role bağlı görünüyor.
PYD eliyle Suriye bölündü.
Korkarım ki “mezhepçi asabiyet”ten kurtulamamış İran eliyle de Irak’ı bölecekler!