Dünyanın hemen her yerinde - birçok yanlışları olsa bile-, kendilerini son tahlilde, 'Müslüman' olarak niteleyen her kişi, dünyada Müslümanlara yapılan haksızlıklar ve zulümler karşısında bütün Müslümanların dünya çapında, tek yürek halinde, niçin karşılık veremediklerinin acısını yüreklerinde hissederek, bu noksanlığa, bu yanlışlığa 'kabul edilemez..' gözüyle bakıp, itirazlarını dile getirirler de bunun nasıl olacağına kafa yormayız..
Biraz kafa yorduğumuzda da, birbirimizle, ya coğrafya veya ırk, kavim, tarihî köken, ya da üzerinde yaşadığımız coğrafyaların diğer coğrafyalardan -jeo-stratejik- çok daha önemli olduğu gibi görüşlere ağırlık veririz ve hattâ bazı resmî bayrakların diğerlerinden daha kutsal olduğu vs. gibi konulara kadar savruluruz..
Evvelki gün, 3 Mart Cuma günü, Hılâfet'in, 'Meclis'in şahs-ı manevisinde mündemiç, /orada cem 'olduğu şeklindeki kelime oyunuyla, fiiliyâtta buharlaştırılışının 99. Yıldönümü idi.. (3 Mart 1924 günü)..
Ama bizim haberimiz bile olmadı.. Hâlbuki toplumumuz 100 yıla yakın zamandır, bazı şahısperest ve laik ve de emperial güçlerin emellerine göre hareket etmeyi muasırlaşmak/ çağdaşlaşmak sanan bir 'tek adam' mitosuyla Müslüman halkımızı tasallutu altında tutan kadroların öylesine bir tahakkümü altında ki, laik-kutsal bir ziyaretgâh olarak tesis olunan ve resmî baskı ile herkesin ziyaret etmeye zorlandığı bir mekânın temelinin atılışının yıldönümü bile yansıtıldı ekranlardan, hem de resmî kanallardan bile.. Yani o bile unutturulmuyor..
'Hılâfet' kelimesinden bazı mâlûm çevrelerde hâlâ bir öcü gibi korkulur. Bu kelimenin kökü, 'khalef / halef' kelimesidir. Ama İslâmî ıstılahatta, Hılâfet de, Hz. Peygamber (S)'in rıhletinden, fâni dünyadan ebedî hayata yolculuğundan sonra O'nun kurduğu düzeni devam ettirecek kişiye Halife-y'i Resûlullah ve o sosyal rejimin adına da 'Hılâfet sistemi' denildi..
Gerçi, İlk 4 Halife (Hulefây'ı Râşidîn/ Hılâfet-i kâmile) döneminden sonra o çizgi normal ilerleme çizgisinden saptırıldı ve 'zer ve zor', (altın,/servet ve silâh /kılıç) sahibleri arasında güce göre el değiştirir oldu ve bunun için döneminden sonraki Hılafet'e 'hılâfet-i nâqise..' denilmiştir. Ama yine de Müslümanları bir otorite altında toplayan ve müeyyideler koyan ve yaptırım gücü olan bir kurum idi..
Ama bu kurumu bugün 'özgürlük, ifade hürriyeti' deyince mangalda kül bırakmayanlardan neredeyse bir kişi bile yoktur ki, Hılâfet konusunu hür bir düşünceyle tartışmaya hazır olsun.. İyisi mi, biz bu konuyu yine onların sığındıkları ismin ağzından ve (Uğur Mumcu'nun 'Karabekir Anlatıyor..' isimli kitabının 56-57'nci sahifesinden, -yine Mumcu'nun sadeleştirdiği şekilde- M. Kemal'in 1 Kasım 1922'deki konuşmasından aktaralım.
'(...) Arkadaşlar, ... Halifelik yönetimi Müslümanlar için çok yararlıdır. Çünkü Peygamber Halifeliği, Müslümanlar arasında bağ oluşturan bir yönetim biçimidir. Müslümanların tek bir sözle bir araya gelmelerini sağlar. (...) Bugün de sultanlık ve hâkimiyet makamıyla Halifelik makamının yan yana bulunabilmesi, en doğal durumlardandır.(...) Halifelik makamında da Bağdat ve Mısır'da olduğu gibi sığıntı, güçsüz bir kişi değil, dayanağı Türkiye Devleti olan yüce bir kişi oturacaktır. (...) Halifelik makamı da bütün İslam dünyasının ruh ve vicdanının, imanının bağlantı noktası, Müslüman kalblerinin ferahlık kaynağı olabilecek bir saygınlık ve yücelikte belirecektir... Bundan sonra Halifelik makamının Türkiye Devleti ve bütün İslam dünyası için ne kadar yararlı olacağını gelecek, bütün çıplaklığıyla gösterecektir.(....)'
Ve amma yine M. Kemal'in, 2,5 ay kadar sonra 18 Ocak 1923 İzmit konuşmasından değişik bir yaklaşım..
'... Türkiye Büyük Milet Meclisi Hükûmeti, kutsal şeriat hükümlerinden ibaret olan danışma, adâlet, devlete itaat esasına uygun olarak oluşmuştur. Ve Türkiye Devleti için Halifelik söz konusu değildir. Çünkü Halifelik makamı yalnızca Türk'e değil, Yüce İslâm dünyasına aiddir. ...Bu İslam dünyası bugün tutsak bulunduğu için Halifelik sorununu çözüp oturtacak düzeye ulaşıncaya kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Halifelik makamını bir ümid noktası olarak saklayacaktır..'
Ve 22 Ocak 1923'de de, yine M. Kemal Bursa'da şöyle diyecektir:
'Halifelik, yalnız Türkiye halkını değil, bütün İslam dünyasının kapsadığı için, bu makam hakkında bir karar vermek, Türk milletinin yetkisi dışındadır.'
Bu konuda daha çoook sözler var, söylenmemiş.. Ama M. Kemal hayatta olsaydı bu sözlerinden dolayı laiklerin desturu olmaksızın mayın tarlasına girdiğinden dolayı yargılanırdı mutlaka..
Ve bu konuşmalardan 14 ay kadar sonralarda 3 Mart 1924'de ise, 'Hılâfet kurumu, Meclis'in manevî şahsiyetinde mündemiçtir.' gibi bir cümleyle, yani 'ilga edilmiştir' demeksizin, ilga edilmiştir. Ve bugün 1 milyar 800 milyona yaklaşan dev nüfusuyla İslâm Milleti', emperial güçlerin hayali olan şekilde başsız bırakılmış, güya 55-56 devlet halinde olan dev bir kalabalık'tır, başsız bir gövdedir.
İlginçtir 1973'de, o dönemin ünlü kemalist-laik hukuk prof.larından Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, bu konuların tartışıldığı bir tv. programında, '.. Yani , Millete yalan mı söyledi.. demek istiyorsunuz.. Evet, yalan söyledi.. İyi de yaptı. Yalan söylemeseydi başımıza Said Nursî gibiler gelirdi..' şeklinde üzerinde bugün de derin derin düşünülmesi gereken bir saldırı cümlesiyle muhataplarını susturmuştu.