‘Efela ta’kiluun?’ diye sorar Kur’an-ı Kerim. ‘Akletmez misiniz?’
Tefekkür etmezler mi? Bakmazlar mı? Hatırlamazlar mı?
Anlayasınız diye... Düşünesiniz, tefekkür edesiniz diye... İbret alasınız diye...
Bu şekilde biten pek çok ayet-i kerime vardır.
Mamafih, insanların çoğu, anlamaktan ziyade, anlamış gibi görünüp kafa sallamaya yatkındır.
İslam’ın içindeki ‘teslim olma’ mefhumunu, her türlü saçmalığa, salaklığa, sorgusuz sualsiz tabi olmak olarak alanlar az değildir.
Belki de, insanların, kendilerine teslim olmasından çok hoşlanan -güya- ilim erbabı teşvik etmiştir, bu, sorgusuz sualsiz, tefekkürsüz din algısını.
Bazı tasavvuf metinlerinde ‘gassalın önündeki meyyit gibi’ olmak öğütlenir, mürşidin karşısında öyle teslim olmak tavsiye edilir.
Herkes, herşeyi birbirine karıştırdığı için, kimse mantık, matematik bilmediği için, (Mesela, merhum Şakir Kocabaş’ın ‘İfadelerin Gramatik Ayrımı’ kitabında anlattıklarına benzer bir ders okumadığı için) ‘marifetullah’ yolundaki özel eğitime mahsus olan bu tavsiye, manava giderken bile birine sormaya kadar varan bir ‘pasivizm’in fetvası haline getirilir.
Düşünmekle, sorgulamakla, akletmekle ilgili bu kadar lafı niye etmiş olabilirim?
Bugünlerde çok yazıldı, YÖK, İlahiyat Fakülteleri’nden felsefe derslerini neredeyse ‘yok’ düzeyine indirmiş.
Kimin fikriyse, iyi bir fikir değil.
İslam’ın, diğer dini geleneklere göre en önemli farkı -’Tevhid’den sonra- düşünceyi, tefekkürü, akletmeyi teşvik etmesidir.
İlahiyat okuyacaksın felsefeden haberin olmayacak. Ne kadar tuhaf bir şey.
Ne yapacaksın o zaman?
Lüzumu halinde aşr-ı şerif okuyacaksın. Cemaate va’z u nasihatte bulunacaksın.
Diyelim ki, tefsir, hadis gibi ilimlerde derinleşeceksin.
İyi de, bir ilahiyatçı, felsefenin sağladığı donanımla, Kur’an ayetlerini, hadis-i şerifleri, daha iyi anlama, yorumlama imkanı elde etmiş olmaz mı?
İz Yayıncılık’ın çok güzel bir ‘slogan’ı vardı.
‘Bütün kitaplar, bir tek kitabın anlaşılması için okunur.’
Evet, başka disiplinleri, başka kültürleri, felsefeleri bilirsen, ‘yeryüzünde dolaşırsan’, tarih bilirsen, varlığa bakarsan, ‘alemin işleyişindeki kusursuzluğa bakarsan’...
Kur’an-ı Kerim-i daha güzel anlarsın.
Profesör olacaksan, ilmine daha vakıf bir profesör olursun. İslam’ı ve ilmi, daha iyi temsil edersin.
Müftü olacaksan, daha doğru fetva verirsin.
Katip Çelebi’yi bilir herhalde, İlahiyat’tan felsefeyi eksiltmeye çalışan hocalar.
Hani Mizanü’l Hak’da, ‘Hendese bilen kadı ile hendese bilmeyen kadı’ bahsi vardır. Orada der ki Katip Çelebi:
“Bir kimse boyu ve eni yüz zira olmak üzere bir tarlayı başkasına satıp teslim edeceği zaman boyu ve eni ellişer zira iki tarla verdi. Aralarında uyuşmazlık çıkıp bir kadıya vardılar ki hendese bilmezdi. Hakkı budur diye hükmeyledi. Sonra bir hendese bilen kadı bulup dinlettiler, yarım hakkıdır, dedi. Doğrusu da budur. Bunların aslını bilmek isteyen riyaziyat görmeye heves eyleye.” (Hendese: Geometri. Zira: 60 santimetrelik bir uzunluk ölçü birimi. Riyaziyat: matematik.)
Görüldüğü gibi, Katip Çelebi, müftülere matematik öğrenmelerini bile tavsiye ediyor.
Felsefe, insanlığın düşünme tecrübesidir. Müslümanlar, felsefeden kaçmaz.
Herkes bilir, Ortaçağ’da, Kilise taassubu sebebiyle yok olmaya yüz tutan felsefeyi, Batı’ya Müslüman ilim adamları yeniden öğretmiştir.
Farabi’ler, İbn Rüşd’ler, İbn Sina’lar, Eski Yunan felsefesini, Eflatun’u, Sokrat’ı, Aristo’yu, adeta yeniden üretmişlerdir.
Gazali’nin ‘Tehafüte’l Felasife’si dahi, yeni bir felsefedir. İslam uygarlığının, felsefeye hakim olmasının, felsefeyi, bir bakıma ‘hazmedişinin’ belgesidir.
İlahiyat öğrencisini, bu tecrübeden mahrum etmek gaflettir.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bugün Star’daki konuşmasında, konuyu büyük bir vukufla anlatıyor. Okumakta fayda var.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Çetinsaya, karardan geri dönülmesini teklif edeceğini söyledi. Bu da çok güzel bir gelişme.
YÖK’ün yapması gereken, İlahiyat’ı bu disiplinlerden mahrum etmek değil, hem dini ilimlerin hem felsefenin, İlahiyat öğrencisine nasıl daha iyi öğretilebileceğini araştırmaktır.
Karar tashih edilir umuduyla, sözü burada kesiyorum.