Mısır’da patlak veren, sonra Libya’ya ve Pakistan’dan Endonezya’ya Müslümanlar’ın çoğunlukta olduğu ülkelere yayılan protestolar, şiddet ve ölüm ektiler. Diplomat ve siviller öldürüldü; ABD’ye karşı şiddetli bir inkar ve düşmanlık söz konusu. Gerilim yükseliyor. Gündemde bir Batı ve İslam çarpışması, bir medeniyetler çatışması mı var?
Son iki yılda gerçekleşen Arap ayaklanmaları, bir bütün olarak Ortadoğu toplumunun özgürlük, adalet ve demokrasi gibi değerleri el üstünde tuttuğunu göstermiş gibiyse de bugün İslam dünyasını silip süpüren şiddet dalgası tam aksine işaret ediyor. Müslümanlar İslamofobik ve ırkçı bir video yüzünden bir anda çıldırarak, söz konusu videodan sorumlu olmayan ABD’ye ve Amerikan hükümetine karşı düşmanlıklarını açığa vurdular. Kısa süre önce ABD’ye yaptığım bir ziyarette aydınlar ve gazeteciler bana şöyle sordular: Arap uyanışı sırasında Müslümanlar’ın gerçekten de demokratik idealleri benimseyebileceğini düşünmeye itilerek kandırılmış olmadık mı?
Asla yeterince tekrarlanmış olmaz: Basının olayları abartan tavrının ötesinde, şiddetli protestolara katılanlar küçük bir azınlık. Milyonların disiplinli ve şiddetsiz biçimde diktatörlükleri devirmek için sokaklara çıktığı düşünülürse, bir kaç bin şiddet kullanan göstericinin Müslümanlar’ı temsil ettiğini farz etmek hatalı olur.
Büyükelçiliklere ve sivillere karşı şiddet, koşulsuz olarak kınanmalı. Aynı zamanda bu tip olayların neden çıktığını anlamaya çalışmalıyız. Video yüzünden kendilerini aşağılanmış ve küçümsenmiş hisseden Müslümanlar’ın büyük ölçüde paylaştığı, samimi bir küçük düşme hissinin üstünde ve ötesinde, Müslüman çoğunluğa sahip toplumlarda daha derin ve kaçınılmaz meseleler mevcut. Son beş yıl içinde kendi ülkelerinin geleceğinde belirleyici bir rol oynamaya çalışan Selefi veya Vahabi gruplar; daha görünür, aktif ve politize hale geldiler. Bu tip örgütler 1990’larda Sovyetler Birliği’ne karşı ilk Mücahitler’i desteklemişlerdi. Şimdi ise Afgan modeli kendini; Mısır, Tunus ve Libya’da, Kuzey Mali’de ve hatta Asya’da bile tekrarlıyor olabilir. Mali’de olduğu gibi, bir azınlık daha radikal gruplara yönelirken, Tunus ve Mısır’da çoğunluk, duygulara hitap eden bir tür dini popülizmi destekleyen, Batı’yı ve hepsinin üstünde ABD’yi şeytanlaştıran ve aktif olarak demokratik süreci baltalayan ana akım siyasete sızmaya çalıştı.
***
Selefiler, şiddet patlak vermeden önce protesto çağrısını ilk yapanlardı. Aynı örnek Lübnan’da da görülebilir: Hizbullah’tan Şeyh Hasan Nasrullah takipçilerini sokaklara döktü, Şiiler’in de en az Sünniler kadar Peygambere bağlı olduklarını göstererek Sünni-Şii ayrılığının üstesinden gelmeye çalıştı ve pan-İslamik haysiyeti savunurken aynı zamanda ABD’ye karşı muhalefetin liderliğini ele geçirmeye kalkıştı.
Şahit olduğumuz şey, Ortadoğu’nun geleceğinde kalıcı bir etkisi olacak, güç ve dini otorite mücadeleleridir. Literalist, devrimci veya Sufi, Sünniler arasında, Sünniler ve Şiiler arasında, tek bir kıvılcımla büyük bir yangına dönüşebilecek derin bölünmeler var.
Kalabalığı harekete geçirmek, öfkesini beslemek ve yönlendirmek için yeni bir tür popülizm kullanılıyor. Şiddeti asla savunmadan şunu farketmeliyiz ki yaşamları politik ve sosyal hayal kırıklıkları ile dolu olan Küresel Güney halkları, safi duygular tarafından kolayca sürüklenebilirler. Yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve şiddet onların her günkü yazgıları; buna dinleri aracılığıyla direniyorlar. Ve şimdi, Batı’nın onlara ayrıcalıklı görünen vatandaşları, inançları ile alay ediyor, bir sevgi ve saygınlık nesnesi olan Peygamber’in şahsıyla dalga geçiyorlar.
* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.