Cezaevinde ilk günlerim. Maltada bir hareketlenme; gardiyanlar, “Vurmayın kâfirler, vurmayın” diye bağıran birisinin üzerine çullanmışlar... Dayak faslı bitince şahsı, bulunduğum hücrenin bir alt katına koydular. Ben ve diğer arkadaşlar hemen şahsa seslenip durumunu sorduk. “İyi olduğunu” söyledi. Kurduğu her cümlenin başı veya sonu “kâfir” diye bitiyordu. Açıkçası ilk başlarda, yaşımın da verdiği tecrübesizlikle şahsı çözemedim. Bize sorduğu sorulara istediği cevabı alamazsa hemen ‘tekfir müessesesi’ni çalıştırıp bizi “kâfir” ilan ediyordu. Biz de, müslüman olduğumuz inandırmak için dil döküyorduk; işte toyluk böyle bir şey!.. Sonradan çözebildik arkadaşı. Ona yaptığımız iyiliklerden dolayı bizi direk tekfir edemediğinden, “Dinlerarası diyalog” fitnesinin başmimarı Fethullah Gülen’in kıskanacağı bir sentezle hakkımızda hükmünü şu şekilde vermişti: “Müslüman kardeşlerim, siz de kâfirsiniz!”
Bandırma cezaevine nakledildiğimde, bu sefer de, sokakta “Şeriat propagandası” yaptığı gerekçesiyle tutuklanan Abdullah amcanın tekfirlerinden kaçamadım. Abdullah amca beni yanına çağırır, dolabında sakladığı şekerleri verir sonra da kendince doğruları anlatırdı. Karşı çıkınca da “Müşriksin” diye kovalardı...
Şimdi bunları okuyunca, hafiften de olsa gülümsediniz değil mi? Hiç gülmeyin! Bunların tahsil görmüşlerini her akşam televizyon karşısında gayet ciddi ciddi seyrediyorsunuz, kitaplarını alıp okuyorsunuz. Yazımın başında yer verdiğim iki hatıradaki şahısların tek suçu, diplomatik dili bilmemeleri! Onlar da “Siz uydurulmuş dine mensupsunuz, ben ise indirilmiş dine” veya “Ben Kur’an müslümanıyım siz ise hurafeci” deselerdi her gün bir televizyon kanalında ahkam kesiyor olurlardı. Maatteessüf ‘eğitimli’ değillerdi, ağızlarına geleni yekten söylüyorlardı.
Fönlü saçlar, makyajlı suratlar, cicili bicili kıyafetlerle kafa kol sallayarak ve buğlu ses çıkarmak için yüzlerini şekilden şekile sokan televizyonumun ilahiyatçılarını, hocalarını bir yerlerini yırtarcasına “Ben Kur’an İslâmını anlatıyorum, indirilmiş dini anlatıyorum uydurulmuşu değil” diye bağırırken seyretmek bende tiksintiden öte acıma hissi uyandırıyor. İrfana dönüşmeyen ve bu sebepten de, Peygamber Efendimiz’in buyurduğu üzere azdırıcı olan ilmin insanları nasıl acınacak hâle soktuğunu ibretle izliyorum.
Bu gürûh konuşurken ben de, yaşlı teyzeler gibi onlara televizyon karşısında laf atıyorum. Hanım da şaşkın şaşkın bana bakıyor. Bunlardan herhangi bir tanesi fönlü saçları ve alınmış istenmeyen kıllarıyla “Uydurulmuş din var, indirilmiş din var. Benim anlattıklarım indirilmiş din” dediğinde ben de başlıyorum “Hadi ya, ciddi misin! Niye senin anlattıkların gerçek İslâm olsun ki” diye mukabelede bulunmaya. Tabiî ki onlar beni duymuyor. Yanlarında olsam da sesimi duyuramam; ilimde öylesine yükseklerdeler ki, e benim boyum 1.65, aradaki mesafe fazla!..
Neyse uzatmayayım, yerim dar sadede geleyim. Genç arkadaşlar “Uydurulmuş din, indirilmiş din” mugalatasını sorduklarında onlara, dinimizin temellerine, Fethullahçı Terör Örgütü aracılığıyla yapılan “Dinlerarası diyalog” saldırısından sonraki yeni dalga bu diyorum.
Kendileri gibi düşünmeyenleri “uydurulmuş din” adı altında tekfir eden, kâfir diyen bu sapkın gürûha karşı devlet yetkililerini, medya sahiplerini de uyarıyorum. Bu tekfircilerin halkı ifsad etmelerine, halkı tekfir etmelerine izin vermeyin. Bu vebalin altından kalkamazsınız, hesabı çok çok ağır olur. Hadi Fethullah’da yanıldınız bari bu mevzuda yanılmayın, zaten yanılma hakkınızı fazlasıyla doldurdunuz!
Kaba etlerinden uydurduklarını klozete indirenlerin Müslüman Anadolu’nun köklerine zarar vermelerine göz yumulamaz!..