İran'da bir 'keşf-i hicâb' fermanı ile, (örtünün zorla açılması) durumu yaşanmış ve 1935'lerde Müslüman hanımların örtüsü, zorla açılmıştı..
Çünkü..
İran'ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevî'nin babası Rıza Khan, okuma-yazması bile olmayan bir asker idi, ama, askerlerini itaati altında tutmasındaki maharetine hayran olan İngilizler, onu 2500 kişilik bir askerî birliğin başına getirtmiş ve o, bu kuvvetleriyle Tahran'a girmiş ve kendisini Savunma Bakanı yaptırtmışlardı, Qacar Hanedanı'nın son demlerinde.. Son Qacar Şahı da onu daha sonra başbakanlığa da tâyin etmiş ve sonra da o, kendisini Şah olarak ilân etmişti; yani, tam da Osmanlı'da saltanat rejiminin son demlerinde yaşananları çağrıştıracak şekilde..
Rıza Khan, 1934'te Türkiye'yi resmen ziyaret etti. M. Kemal'in Rıza Pehlevî'yi İstanbul'da, Beylerbeyi Sarayı'nda nasıl ağırladığı ve o sarayın bahçesindeki havuzda, bir gece, kimlerin tamamen 'üryan' olarak yüzdürüldüğü, M. Kemal'in en güvenilir generallerinden Fahreddin Altay tarafından, 'Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası' adıyla yazdığı hâtıralarında da anlatılmıştır ki, teferruatını burada yazamam.
Rıza Khan, İstanbul'dan döndükten sonra, İran'da da 'Keşf-i hicâb' (örtünün çıkarılması/ açılması) uygulamasını, zor kullanarak başlattı. Erkeklerin başına da zorla 'şapka' giydirdi. Ve Meşhed'de Gevherşad Mescidi'nde bir akşam namazından sonra, 'şapka'ya karşı başlayan halk direnmesi, askerlerin müdahalesiyle kana bulandı, 750'den fazla insan öldürüldü. (O cinayetin kumandanı olan emekli bir general, 1979 İnkılabı'ndan sonra, 44-45 sene önceki o cinayetlerinin sorumlusu olarak 84-85 yaşlarındayken, idâma mahkûm edildi ve kurşuna dizildi..)
İslâm İnkılabı Hareketi, 1979'da Şah'ı devirmeye ve ülkeden kaçmaya zorlayınca.. Ve ardından da, özellikle İran-Irak Savaşı'nın da getirdiği özel şartlarda, cebhelerde can veren binlerce savaşçıların geride bıraktıkları aileler, acılarını, 'Biz şehîd ailesiyiz..' diye iftiharla taçlandırırken, toplumda tesettüre de büyük çapta riayet edilmeye başlamıştı. Bazı direnmeler yine de görülünce, tesettür, sonunda 'icbarî / mecburî' hale getirildi.. Yani, 1935'lerin 'mecburî açılma' uygulaması üzerinden 45 sene geçerken, 'mecburî örtünme' merhalesine varılmıştı.
*
İranlı bir dostum geçen sene İstanbul'a gelmişti. Yanında İstanbul'daki mazbut tesettürlü Müslüman kızları andıran birisi de vardı; tercümanı zannettim.. Sonra anladım ki, o, arkadaşımın, çocukluğundan beri bildiğim kızıydı.. Arkadaşım, 'Bilir misin, orada bu şekilde mazbut örtünmüyor..' dedi..
Sohbete o hanım kız da katıldı ve orada, 'Devlet emrediyor..' diye direniyordum, ama şimdi burada öz irademle ve severek hicab'a giriyorum..' dedi.
Bunu niçin mi anlatıyorum?
*
İran, iki ayı aşkın bir zamandır, giderek büyüyen hadiseler ve hattâ karışıklıklar içinde..
Ve muhakkak ki, İran'ın nice büyük meseleleri daha var, ama, özellikle hanımların örtüsü etrafındaki bir tartışmanın kurbanı olan (Mahsa Amini değil) Mehsâ Eminî isimli bir kızın, örtünmede dikkat za'fiyeti gösteren yüzlerce kızın götürüldüğü ve nasihat ve irşad edilmeye çalışıldığı bir mekânda, kalb veya beyin sektesi geçirip düşüvermesi ve sonunda da vefat etmesini fırsat bilen bazı çevreler, bu vefatı, cephaneliği havaya uçuran 'çakmak' gibi kullandılar. Evet, çakmak ateşi, yüzlerce sigarayı ateşlerken, bir 'hiç' mesâbesindedir; ama, bir cepaneliği havaya uçurduğunda, büyük bir rolü yerine getirmiş olur.
*
Evet, İran'ın meselesi sadece 'Keşf-i hicâb' veya 'Hicâb-ı icbarî..' değildi, ama, dikkatler o konuya yönelince, asıl tartışmalar da örtünme üzerinden gelişiyor.
Amerikan Başkanı Biden bile devreye girdi ve İran halkının direnişinin kendisini şaşırttığını ve hayrete düşürdüğünü söylemişken, üç gün önce de, 'İran, kısa zamanda özgürleşecek..' gibi gaibden haberler vermeye başladı. Hatırlayalım, 2003'de de, o dönemin Amerikan Başkanı G. Bush, 'Tanrı bana, (Git Irak'ı özgürleştir.) dedi, ben de gittim, özgürleştirdim.. Kötü bir şey yapmadım..' demişti.
Bush'un ve bütünüyle Amerikan emperyalizminin Irak'ı nasıl 'kurtardığını', sadece sivil halktan bile 1 milyondan fazla insanın hayatına mal olan nasıl bir 'kurtarıcılık' sergilediğini bilmiyor değiliz.
*
İran'daki karışıklıklar, her gün ve muhtelif yerlerde muhtelif görüntülerle devam ediyor. '24 Ekim' tarihli yazımızda, bu hadiseleri, 'İran'ın 'Gezi Hadiseleri' gailesi' diye nitelemiş ve 'bu gailenin atlatılamaması halinde ortaya çıkacak tehlikeler'e işaret etmiştik..
Bu cümleden olmak üzere; Şiraz'daki ünlü 'Şah Çerağ Türbesi'ne geçen hafta konulan bombada 20'ye yakın ziyaretçinin öldürülmesini, 4 gün önce, Pakistan sınırındaki 'Sistan ve Belûcistan' eyaletinin merkezi olan Zahedân'daki büyük karışıklıklarda da 20'ye yakın insan can verdi.. Diğer şehirlerdeki hadiselerde 3-5 kişiyi geçmezken; sünnî Müslüman 'Belûçlar'ın merkezinde bu kadar yüksek can kaybı, konunun mezheb kavgasına da kayabileceğini ihtar ediyor.
Dahası, direkt 'Hükûmet'in sözcüsü' mahiyetindeki 'İran' isimli gazetede dün, Zahedân'daki son karışıklardan dolayı, Zahedân Cuma İmamı Movlevî Abdulhamîd'in tahrikçi olarak suçlanıyordu ki, bu durum, konuyu daha bir içinden çıkılmaz hale getirebilir. (İran'da 'Cuma İmamları'nın, şehirlerin askerî ve mülkî erkânı üzerindeki en üst dereceli kamu otoritesi olduğu düşünülürse, bu suçlamanın mânâsı daha iyi anlaşılır.) Sözkonusu gazete, yabancı haber kaynaklarında, 'Bu eyalette onlarca 'şiî mollası ve de güvenlik güçlerinin öldürüldüğü' şeklindeki haberlere yer verdikten sonra, Movlevî Abdulhamîd'in Cuma Hutbesi'nde de bu karışıklıkların zeminini hazırladığı ve halkı tahrik ettiği, yabancı kaynaklarca verilen haberleri tekrar ettiği ve karışıklık çıkaran silahlı kişileri, 'siyasî protestocular' olarak nitelediği ve tutuklananlardan zorla alınan itirafların topluma yansıtılarak, kamuoyunun yanıltıldığını ve rahatsızlığı daha da alevlendirdiğini söylediği' belirtiliyor. Bu gibi tartışmaların, güvenlik güçlerinin, başka bir mezhebden olan göstericilere daha bir haşin davranacağı şeklindeki iddialara da yol açacağından korkuluyor.
*
Bir diğer gelişme de, Genel Yayın Müdürü, doğrudan İnkılab Rehberi Seyyid Ali Khameneî tarafından tayin olunan Kayhan gazetesinin dünkü sayısında, 'karışıklıkları çıkaranları üzerine, polis ve 'besicî' denilen 'halk gönüllüleri' veya milis güçleri mahiyetindeki, özel eğitim almış güçlerin, karışıklık çıkaranlar üzerine pişman edici darbe indirmek için gönderilmesi' gerektiğini yazdı..
Kayhan gazetesinin yazdığına göre, Tahran'ın 30 Km. kadar batısındaki Kerec şehrinde geçen Perşembe günü meydana gelen karışıklıkta, bir polisin, karışıklık çıkaranlarca, boğazının çakı ile kesilip öldürüldüğünü ve üzerine de benzin dökülerek yakıldığını, bu vahşiliğin DEAŞ'çıları da geri bıraktığını; iki ayı aşkın zamandır, Kur'ân'ların yakıldığını, Hz. Huseyn'e hakaret edildiğini, örtülü hanımların örtülerinin zorla çekildiğini, mağazaların yağmalandığını, halkın huzur ve namusunu korumak için polis ve besicîlerin, bu karışıklıkları sürdürenler üzerine gönderilmesine niçin izin verilmediğini' soruyordu..
Kaşmir şehrinin İran Meclisi'ndeki temsilcisi Huccetülislâm Nikbin ise, Tehran'ın en merkezi noktasında, Keşaverzi Caddesi'nde, trafik tıkanınca, arabadan inince, kendisini tanıyan 30-40 gencin yumruk ve tekmelerle okşandığını ve böyle silleleri hakettiklerini; Tebriz m.vekili Mes'ud Pizişkiyan ise, 'bazı kız ve erkek göstericilerin, halkın mukaddes inançlarına alenen hakaret ettiklerini ve bunun asla savunulamıyacağını' ifade ediyordu.
Görüleceği üzere, İran'ın işi giderek çetinleşiyor.. Temenni edelim ki, tablo müslüman halkın aleyhine olacak şekilde sonuçlanmaz, inşaallah..
*