Önce, 6 Şubat 2023 sabahı, saat 04.17 sularında meydana gelip, 45 saniye içinde Anadolu yarımadasının Güneydoğu ve Akdeniz bölgelerindeki 11 vilayette 54-55 bin, Suriye tarafında da 9-10 bin kadar insanı yutan büyük zelzelede hayatlarını kaybedenleri 'rahmet-i ilâhî'nin kuşatacağı inancı ve niyazı ile anarken; geride kalanların da acılarını paylaşmak ve o büyük yıkıntının altından o milyonları yeniden ayağa kaldırmak için emeği geçenlere de teşekkür etmek istiyorum.
O büyük felaketin üzerinden 3 hafta sonra, üç arkadaş olarak gittiğimiz o bölgede, Antakya, Antep, Maraş, Malatya ve Adıyaman merkezlerinde ve bir kısım ilçelerinde yapmaya çalıştığımız gözlemlerde; o şehirlerin neredeyse tamamen yerle bir olduğunu gözlemlerken.. 'Elhamdülillah ki, bu büyük felâket, devletin başında Tayyip Erdoğan'ın olduğu bir sırada meydana geldi..' demekten kendimi alamamıştım.. Çünkü böyle bir felaketin ağırlığını taşıyabilmek için ancak bir 'kalp adamı', bir 'gönül adamı' olmak gerekirdi.
Bütün havaalanları, demiryolları ve karayolları birbirinden metrelerce kopmuş parçalarla kullanılamaz hale gelmişti.. Ve o mahzurları bir anda gidermek mümkün değildi. Ulaşım imkânları yok olmuştu. Buna rağmen, devlet de, halk da, ülkenin en uzak bölgelerindeki belediyelerin elemanları da gerçekten de göz yaşartan bir hummalı faaliyet ve çaba içinde çalışıyorlardı ve devlet de, geride kalanları yüzbinleri otellere, okullara, kışla ve diğer askerî birliklere, mabetlere varıncaya kadar her yere yerleştirip, kimsenin o soğuk havada aç ve açıkta kalmaması için bütün düzenlemeleri de sür'atle harekete geçirmişti ve o insanların yemek ve otel masraflarını ve diğer ihtiyaçlarını da yine devlet karşılıyordu.. (Yazık ki, bunları görmedikleri için, hiç olmamış zanneden nice çevreler, günübirlik ekonomik sıkıntıların ötesinde düşünemiyorlar, tezviratla zaman harcıyorlar; basit muhalefet taktiklerinden medet umuyorlardı.)
Halbuki, hatırlıyorum da, 17 Ağustos 1999'daki Marmara Depremi'nde, zamanın başbakanı Ecevit, bakanları, resmî organlar ve makamlar ülkenin en merkezi noktasındaki deprem bölgelerine bile 4-5 günde ancak varabilmişlerdi.. Üstelik, o depremde de ulaşım yollarında bir kısım hasarlar olduysa bile, bu '6 Şubat Depremi'ndeki büyük çaplı ve dehşet verici hasarlarla ve 700 bini aşkın evin yıkılmasıyla mukayese edilemezdi..
Şimdi ise, aradan geçen 2 sene içinde, evet hâlâ da sarılamamış birçok yaralar olsa bile, maddî açıdan çok güçlü nice ülkelerin bile başaramayacağı derecede büyük 'hayata dönüş' projeleriyle bu şehirler, o harabelerin altından çıkarılıp yeniden ayağa kaldırılmaya çalışılıyor ve şu ana kadar 250 bine yakın yeni evler tamamlanıp, peyderpey depremzedelere verilmiş bulunuyor. Bu konudaki yorulmak bilmez gayretleriyle bilinen ilgili Bakan (Murat Kurum bey) dün yaptığı açıklamada, '2025 yılı sonunda bütün yeni binaların tamamlanacağını ve evine yerleşmemiş depremzede kimsenin kalmayacağı'nı ifade ediyordu. Evet, bu yorulmak bilmeyen çabalardan, ülkenin diğer kesimlerindeki nicelerinin habersiz ve hatta ilgisiz oldukları, bazı mahallî seçimlerde çıkan tablolardan bile anlaşılıyor. Ama, bizim inancımızdan kaynaklanan o halk deyimi, ne kadar düşündürücü ve güzeldir: 'Besle balığı at denize; balık bilmezse de, 'Hâlîk'(/ halk eden, Yaratan) bilir..'
Allah'u Teâlâ, hayırlı işler yapanların yardımcısı olsun ve hepimizi de o hayırlı çalışmaların bir kenarından tutacak güç ve idrakten nasiplendirsin..
***VE, DÜNYANIN KARŞILAŞTIĞI BİR DİĞER BÜYÜK MUSİBET..
Kuzey Amerika'daki kapitalist emperyalizminin yeni kaptanı, kelimenin tam manasıyla çıldırmış bulunuyor..
Söyleyecek söz bulamıyor insan..
Geçenlerde, -29 Ocak tarihli yazımda-, 'depressif- şizofrenik bir megalomania vak'ası mı?' başlıklı yazımda ve daha önceki yazılarımda da, o kişinin çarpık zihniyetine defalarca değinmiştim, ama, bu kadar 'delireceği'ne ihtimal vermemiştim.
Hayır ona, 'ahlâksız..' filan demiyorum.. Çünkü, bu kişi, açıkça delirmiştir, 'deli'ye hüküm ve sorumluluk yoktur; kendi maddî güçleriyle de olsa, dünyaya 'uluslararası hukuk' diyerek zorla giydirdikleri 'deli gömleği'ni de çıkarıp atmış bulunuyor.
Yarım asrı aşkın bir süredir, dünyayı takip edip anlamaya çalışan bu satırların sahibi, bu süre zarfında, etkili bir devletin başında bulunup da, bu kadar zırvalayan bir başka örneği hatırlamamaktadır..
Bu kişinin, bırakınız bir devlet idare etmeyi, herhangi bir siyasî ve diplomatik sorumluluğunun olmadığı, tıbben de tespit edilmelidir. Freni boşalmış bir kamyon gibi baş-aşağı, önüne çıkan her şeyi eze-eze gitmekte ve ne dediğini kendisi de bilmemekte..
Önce, ülkesini büyütmek iddiasıyla, işe, Kanada'dan, Panama'dan, Meksika'dan, Grönland'dan başladı; sonra da, NATO üyelerinin aidat bedellerini artırmaktan ve ödemeye yaklaşmayanları Rusya'nın işgal etmesi için 'yeşil ışık' yakacağını söylemekle yetinmeyip; şimdi de -kendilerini sömürdükleri iddiasıyla- AB ülkelerinden de haraç istemeye başladı..
Dahası, 'Amerika'yı büyüteceğiz' derken, zaten ayrı olmadıkları ap-açık ortada olan 'İsrail'in haritada fark edilemeyecek kadar küçük kalmasına gönlünün razı olmadığını' ifadeyle, Siyonist rejimi büyüterek Amerika'nın büyütülmesi hedefine ilerleyeceğini zannettiğinden, şimdi de gözlerini Müslüman coğrafyalarına dikmiş bulunan bir 'deli..'
Ve Adolf Hitler bile bu kadar çıldırmamıştı..
Gerçi, Hitler de, nefret ettiği Yahudi milletini, Almanya'dan uzaklaştırabilmek için, onların önde gelen gençlik temsilcilerinden Moşe Dayan'a, -onun hâtıralarında iddia ettiğine göre-, 1935'lerde, -Filistin'i işgal etmiş olan İngilizlerle anlaşıp- ,'Sizin Filistin'e gitmenize yardımcı olalım..' diyordu. Bu beriki ise, nefretinden değil; Yahudi milletine olan aşkından dolayı, Amerika'nın diplomatik ve askerî himayesinde ve Amerikan bombalarıyla yerle bir edilen Gazze'deki 2 milyon Müslüman insanın şimdi, yerle bir edilmiş yerlerine- yurtlarına bile dönmelerine engel olunmasını ve başka ülkelere gönderilmelerini istiyor. Gazze'nin yıkıntılarının temizlenebilmesi için 15 seneye ihtiyaç olduğunu söylüyor ve ondan sonra da, orada, -en çılgın eğlenceleri ve kumarhaneleriyle meşhur- Monako Prensliği'nin bir benzerini -mâlum- bazı Arap rejimlerinin paralarıyla inşa edeceğini, ve o zaman orada 'dünya insanlarının yaşayacağını', İsrail'in, oranın idaresini Amerika'ya bırakacağını dile getirebilecek kadar delirmiş birisi..
Bu kadar barbarlığı, zulmü kendine kaybetmişçesine dile getiren ve zamanenin 'Yahudi Hitler'i' konumunda olan Netanyahu'yu bile şaşırtan bu kişi, bir de yüreğine düşen korkuyu dile getiriyor ve 'Eğer öldürülürsem, yardımcılarıma söyledim, geride İran diye bir yer kalmasın, talimatını verdim!' diyebiliyor; içimizden bazılarını da sevindirecek bir şekilde.. Yani, yarınlarda birisi onu Kasım-1963 'de, dönemin Amerikan Başkanı olan Kennedy misalinde olduğu gibi öldürse, suçu hemen Müslüman dünyasının üzerine atılacak ve amma, gerçek belgeler ise, yine 'Kennedy Suikastı'nda olduğu üzere, 60 sene sonralarda bile, tam olarak açıklanmayacaktır.
*
Ey akıl sahipleri, gücetaparlığın bu kadar saptırdığı bir toplum iradesinin ortaya böyle bir tablo çıkarmasında şaşılacak bir taraf var mı?
*