Gülen Grubu’nun, yaşanan büyük krizin ardından neye ve nasıl dönüşeceği merak edilen konuların başında geliyor. Türkiye içerisindeki farklı siyasi hareketlerin dönüşüm maceraları meseleyi anlamak için yol gösterici olabilir. Ama yeterli olmayacaktır. Zira grubun küresel yapısı, Türkiye’de daha önce görülmemiş bir vakıanın ortaya çıkmasına yol açtı. Lideri ve ana karargâhının başka bir ülkede olması, faaliyetlerinin yüzü aşkın ülkeye yayılmış olması alışıldık bir durum değil. Bu denli küreselleşip yine bu denli lokal, mikro ve günlük başlıklara saplanan başka bir yapı da pek rastlanılan türden değil.
Grubun Türkiye’de yaşadığı durum; girdiği savaşı kaybetmesinin ardından, çatışma çözümlerini boşa düşürecek düzeyde, müzakere döneminin atlanarak doğrudan silahsızlanma sürecinin başlamasından ibaret. Hal bu iken, Türkiye’de kaybedilen savaşla yüzleşmek yerine, savunma alanını Türkiye dışına taşıma kararı çok daha büyük bir krizin habercisi.
Evrensel hakikatlerin varlığına iman etmenin, oldukça pespaye bir Batı-merkezci diskura ram olmanın ürettiği akıl, küresel meşruiyetin hem mümkün hem de oldukça kullanışlı bir silah olduğunu düşünüyor olabilir. Bu noktada, küresel meşruiyet kazanmak için kendilerinden talep edilecekler de elbette sıradan bir detaya dönüşmek zorunda. Küresel müseccel markaya ve tescilli olarak korunan bir harekete dönüşmenin nasıl bir felaketin önünü açtığını görmeleri mümkün değil.
Kaldı ki, küresel meşruiyet şemsiyesi altına girmek için elzem olan mübadeleden de kaçmak mümkün olmayacaktır. Bu noktada, takas değerinizi ne üstüne kuracağınız sorusu varoluşsal bir hal alacaktır. Çünkü vasat ‘insan hakları ve basın özgürlüğü’ şikâyetleriyle başlayan maceranızı, sicil merkezlerindeki canavarlara sürekli yeni malzeme verdiğiniz sürece sürdürebilir ve müseccel marka değerinizi koruyabilirsiniz. Bu ise bir kısır döngü oluşturacaktır.
Zira AK Parti eleştirisiyle başlayan, Erdoğan düşmanlığı ile devam eden yolculuğu çaresizce Türkiye karşıtlığı ile bitirmek durumunda kalacaklar. Öyle ki, aylardır, üçüncü aşamaya çoktan ulaşılmış durumda. Ana saplantısı Türkiye olan bir yapının ise ciddiye alınacak küresel bir anlamı olması da mümkün olmayacaktır. Ancak ve ancak doğrudan Türkiye ile uğraşma niyeti olanların dışında, mezkûr müseccel markanın kendisine bir piyasa bulması da zor görünüyor. Türkiye’nin zaten fazlasıyla bildiği bu pazarın ürettiği malzemeler ve manipülasyonlar karşısında geri adım atmaması, bir süre sonra grubun takas değerini de anlamsızlaştıracaktır.
Bu anlamsızlığı fark edebilirler mi bilemiyoruz. Ancak benzer bir anlamsızlığa düçar olmuş bir ‘kapalı yapı’ olan Katolik dünyasının Papası Francis, Vatikan’ın gizemli dehlizlerindeki bürokrasisi için Noel kutlamasında 15 maddelik bir ‘hastalıklar listesi’ yayımladı. Bu bağlamda, ‘küresel iletişimden dünya görüşü devşiren bir kapalı yapı’ açısından Vatikan bürokrasisinin marazları ders niteliğinde olabilir. Papa’nın hastalıklar listesi şöyle:
1. Ölümsüz, dokunulmaz ve vazgeçilmez hissetmek. 2. İfrata varacak düzeyde faaliyet yapmak. 3. Prosedürel makinalara dönüşerek, zihinsel ve ruhsal taşlaşma. 4. Planlama ve hesaplama saplantısı içerisinde muhasebecilere dönüşmek. 5. Kötü koordinasyon. 6. Çoğu kez hayali olan kendi görüşlerine keskin bağlılığın sebep olduğu ruhsal Alzaymır. 7. Batıl bir mistisizm içerisinde rekabet ve kendi başarılarıyla kibirlenme. 8. Çifte hayatlar yaşamanın sebep olduğu varoluşsal şizofreni. 9. Bir korkaklık emaresi olarak dedikodu terörizmi. 10. Kariyerizm ve fırsatçılık içerisinde sadece kazanacaklarına odaklanmış kutsanan liderlik. 11. Ötekinin acısını umursamazlık. 12. Steril pesimizmin sebep olduğu yüz hali. 13. Biriktirme ve büyüme saplantısı. 14. Bütün üyelerini kölesi haline getiren kapalı halkalar. 15. Güç biriktirme uğruna gösterişe savrulma.