Mısır’da olup bitenler bizdeki bazı derin odakları hayli sevindirmiş görünüyor. Hüsnü Mübarek’in tasfiyesi ve İhvanı Müslimin iktidarıyla birlikte ortaya çıkan gelişmeler, kuşkusuz küresel ölçekte yakından takip ediliyor. Özelilkle de Türkiye’de.
Ülkenin yeni lideri Muhammed Mursi, İsrail saldırıları karşısında ortaya koyduğu tavrın ardından aniden hareketlenen Tahrir Meydanı’na bakarken neler hissediyor, tarifi zor. Bir devrimin merkezi/sembolü olan ve bu özelliği ile şimiden tarihe geçen meydanın, bu kez çok faklı taleplerin dile getirildiği bir yere dönüşmesi elbette üzerinde durmaya değer.
Bir an için bizdeki derin odakları da heyecanlandıran bu sürecin, gerçekten iddia edildiği gibi bir ‘demokrasi talebi’ olduğunu kabul edelim. Ne sahnedeki aktörlerin, ne de onları uluslararası ölçekte destekleyenlerin Mısır özelinde böyle bir geçmişleri yok. Dün Mübarek ve onun güvenlik merkezli olarak şekillendirdiği baskı rejimini arsızca destekleyenler, şimdilerde Mursi’ye ‘balans ayarı’ yapma hevesinde.
***
Yaşananların, tartışmaların, karşılıklı taleplerin ve geri çekilmelerin sağlıklı bir yönü olduğuna elbette katılıyorum. Ancak bu şekilde bir yeni toplumsal mutabakat oluşabilir, yazılacak yeni anayasanın geniş kesimlere ulaşması mümkün olabilir. Hatta Mısır’ın belki de en önemli sorunu olan geniş kitlelerin sistem dışı kalması sorunu böyle aşılabilir. Ancak tüm bunlar, eski rejimin artıklarının yeni bir makyajla sahneye çıkıp ‘demokrasi havarisi’ kesilmesini meşru kılmaz.
Mısır’ın yakın geçmişinde, toplumun geniş kesimlerini herhangi bir şekilde dikkate almaksızın devam eden iktidar modeli, elbette sadece Hüsnü Mübarek’ten yahut Hacc’a gidenlerin şeytan taşlarken adını andıkları istihbarat şeflerinden ibaret değildi.
Bugün Mursi’ye bayrak açıp onu köşeye sıkıştırmaya çalışanlar, eski rejimin sahipleridir. Sözüm ona uluslararası itibar sahibi ve dünyadaki güç odaklarıyla sağlam ilişkilere sahip olan bu aktörler endişelidir. Çünkü yargıdan orduya kadar geniş bir alanda gerçekleşen tasfiyenin, eninde sonunda daha derin bir hesaplaşmanın kapısını açacağından korkuyorlar.
O nedenle uluslararası sistemi hareketlendirip yeni Mısır’da ellerini güçlendirmeye çabalıyorlar. Zor bir süreç; ama eninde sonunda Mübareklerin, Ömer Süleymanların, Baradey gibi sahtekarların değil, Mursilerin çizgisi hakim olacak.
***
Daha önce özellikle İsrail saldırıları karşısında yeni Mısır’ın gösterdiği tavra dikkat çekerek, Ankara-Kahire ekseninde bir yeni bölgesel düzenin kurulduğuna dikkat çekmiştim.
Türkiye’nin de Mısır’ın da odaklanması gereken nokta burası. Eğer bu iki ülke kendi içlerindeki demokrasi mücadelesini, anlamsız kavgaların bataklığına çekerlerse, kelimenin tam anlamıyla tuzağa düşmüş olurlar.
Ne Ankara’nın, ne de Kahire’nin bu tür iç çekişmelere kurban edecek zamanı yok. Geniş kesimleri, sahici bir özgürlük ve adalet şemsiyesi altında toplamayı başardıkları sürece, bölge ve dünya sahnesinde güçlü olacaklar.
Tökezleyebilirler, mümkün. Ama yeniden ayağa kalkma, toplumla yeni ve dinamik bağlar kurma şansları hala var.
***
Sevgili dostum Hasan Dereli, 9-11 Aralık 1917’yi hatırlatmış bizlere. Yani Kudüs’ü İngilizlerin ele geçirmesinin yıldönümünü.
Ancak Ankara-Kahire ekseninin, genişlemesi ve sahici ittifaklar üretmesiyle, bu yıldönümlerini başka türlü hatırlamanın yollarını bulabiliriz.
Fakat sadece Mısır’da değil, Türkiye’de de alınması gereken çok mesafe var. Kendisini uzlaşma ve demokrasi adına yeniden sahneye sürenlere aldırış etmeden elbette.