Geçen hafta sona eren Istanbul Film Festivali’nin Türkiye sineması bölümünde seyirci karşısına çıkan Muna, Filistin dramına küçük bir kız çocuğunu merkeze alarak yaklaşıyor. Dünyanın kangrene dönüşmüş bu yarasına çok sahici bir bakış getiren film, genç yönetmenlerden Serdar Gözelekli’nin kamerasından yansımış. Sinemamızın genelde içine yuvarlandığı anafordan çıkma yönünde değerli imgelere sahip görünüşte mütevazı ama temelde renkli bir sinema diliyle senaryosunu ören çalışma, savaşa dair hiçbir ideolojik veya siyasi bir söylem tutturmadan, insana dair olanla hareketle sinema sanatının ruhuna sadık kalarak bu insanlık acısına estetiği de ihmal etmeden yaklaşıyor. Arapça ve Türkçe arasında gidip gelen diyalog kullanımıyla, herhangi bir sakil yerli yapım intibaına mahal bırakmaksızın, küçük Muna’nın sessiz dünyasını adeta dünyanın kakafoniye dönüşmüş ağız kalabalığına bir protesto eylemi olarak sunuyor.
Gazze şeridinde yaşayan küçük bir kız çocuğuna sahip bir ailenin tanıtımıyla açılan film, sonrasında insani yardım olarak Yeryüzü Doktorları’ndan bir grup doktorun Türkiye’den buraya gelmesiyle devam ediyor. Doktorların da kendilerine ait birer hikayeleri olmasından hareketle, askerlerin baskını sonucu anne ve babasını kaybeden Muna’nın bundan sonraki hayatı da bu hikayelerden biriyle birleşme temayülü gösterir.
Sinema dili olarak alışageldik yaklaşımları kıran yönetmen, zaman zaman küçük animatif efektlerle genel imgesel akışı renklendirir. Her ne kadar seyirci olarak düz sinema akışına aşina olsak da, burada icra edilen mini animasyonlar rahatsız edici olmaz. Muna’nın elinden bırakmadığı bebek oyuncağında, oyuncağın ağzının bazen gülümseme efektinde bulunması veya Muna’nın bombardımandan harabeye dönmüş evlerinin eski halinin kendi gözünden animasyonla verilmesi hoş bir sanatsal yaratım olarak seyircinin zihnine yerleşir. Ayrıca yönetmen bazı sahnelerde kimi zaman atlamalı yöntemle farklı bir kurgulamada bulunur. Yine teknik açıdan filme baktığımızda, konunun psikolojik atmosferine uygun olarak genelde sarımtrak bir renk kullanılmaktadır.
Film boyunca merkezde Muna’nın hikayesine tanık olurken, diğer yandan Gazze’ye gelen kadın doktorun gelmeden önce kendi çocuğunu kaybetmedeki dramının da izini süreriz. Bu kaybın içine oturan acısına Muna’nın varlığı bir nebze olsun sadra şifa olabilecektir. Öyle ki, ikisi arasında oluşan bu duygusal bağ, Muna’nın kendi evlerinin yıkıntısı üzerinde dolaşırken, İsrail askerlerinin bölgeyi terkederken bıraktıkları bombalı tuzaktan küçük kızı son anda kurtarmasına değin sürer. Aynı şekilde erkek doktorlardan birinin de annesi vasıtasıyla bölgeyle bir yakınlığı vardır. Savaşla huzurun içiçe geçtiği ortamda ama aslında huzurun tali, ölüm riskinin asal olduğu bir gerçektir, ölüm her an ensededir; filmdeki karakterlerden birinin evlenmek istediği kendi halinde bir kadının meyve ağacından meyve toplama esnasında Yahudi bir asker tarafından adeta bir insan avındaymışcasına dürbünle tüfekle vurulması, sözün bittiği yerlerden biridir. Filmin sonunda, geriye dönüşle, Muna’nın anne ve babasının evi basan askerler tarafından öldürülmelerine küçük kızın gözlerinden tanık olmamız, sonrasında kızın çaresizce saatlerce onların kollarında yatması tariften varestedir.
Muna, son dönemde Kırımlı, Birleşen Gönüller, Kaçış 1950 gibi yakın coğrafyamızdan tarihi bağlar yaşadığımız insanların dramını işleyen ve bizim bu coğrafyalara sahip çıkmaklığımızla ilgili yüz ağartıcı, iftihar ettiğimiz yapımlardan biri olarak karşımızda durmaktadır.