Önceki gün, kültür sanat sayfamızda yazar Mustafa Everdi ile bir söyleşi yayınlandı, Yazarın yeni çıkan ‘Metropol Mücahidi’ adlı eseri ile ilgili bir söyleşiydi bu. Everdi, ilk olarak sosyal medyada yayınladığı öykülerini internet ortamından gelen interaktif tepkilere göre şekillendirmiş ve nihayetinde kitaplaştırmıştı.
İşin daha da ilginci, Everdi, internetin edebi üsluba katkı sağladığını öne sürüyor (okurun esere direkt müdahalesinden bahsediyor) ve artık yazarların kaderinin yayınevlerinin insafına terk edilmediğini öne sürüyordu.
Söyleşi gazetede yayınlandıktan sonra sosyal medyada da konuşulmaya başlandı. Konu dönüp dolaşıp, gazetelere geliyor, yazılı basının önemli içerikler üretmelerine rağmen, okunmadığı gerçeğiyle yüz yüze kaldıkları tespiti yapılıyordu. Malumun ilanı…
Murat Koç adlı bir sosyal medya kullanıcısının yorumu aslında işin özeti gibiydi. Şöyle diyor: “Gazete okumak bir çeşit eğitimdir. Hepimiz Türkiye’yi anlamaya çalışıyoruz. Ama gazete okumuyoruz. Söyleşiyi kaç kişi gazete alıp da okur merak ediyorum. Yaklaşık bir aydır metrobüs ile yolculuk yapıyorum. Bir tane gazete okuyan bulmak çok zor. Digital kültürün yaygınlaşmasından sonra, yazılı basın ciddi şekilde okur kaybetti.’’
Röportaj için yorum yapanlardan Mehdi Genceli de epeydir gazete almadığını belirttikten sonra, sanki bir kaçamak yahut flört yapmışçasına tebessüm ettiren bir durum aktarıyordu: “Son zamanlarda gazeteleri sadece internetten okuyorum. Bu sabah kahvaltı yapmak için bir kafeye girdim ve üzerinde gazete olan bir masaya oturdum. Aslında bilerek o masaya yaklaştım. Çay içerken bir taraftan da gazeteye bakarım diye... Benden önce oraya oturan zat-ı muhterem gazetesini (Star Gazetesi) bırakıp gitmiş. Gazetenin açık sayfasında işte tam da Mustafa Everdi söyleşisi vardı. Sanki birileri sırf bu yazı okunsun diye sayfayı açık bırakıp gitmişti. Sayfayı çevirmeden aldım okudum. Sonra da olduğu gibi bırakıp çıktım. Başkaları da okumuştur muhakkak. İlginç bir duyguydu... Bir yerinde yazarlığa geç başladım diyordunuz. Orada bıraktım. Sınav yapacaktım, geç kalıyordum...’’
Görüldüğü gibi gazete okumak artık neredeyse tesadüfi durumlara kaldı. Artık bayiye gidip bir lira uzatarak istediğiniz gazeteyi almak giderek nostaljiye, fanteziye dönüştü. Bu gidişle okur, mumla aranır hale gelecek.
Gazeteler ilk başlarda ‘dijitalde biz de olalım, geri kalmayalım’ diye içeriklerini oraya taşıyınca bindikleri dalı da böylece kesmiş oldular. İnternet medyası ve televizyonlar gazete içeriklerini kendi mecralarına taşıyarak, hızla tükettiler. Gazetelerin içerikleri cep telefonlarına girdi. Geriye dönüş var mı? Ok yaydan çıktı bir kere...
Ama yine de “Pandora’nın kutusunda son kalan” misali bir ‘umut’ var. Değil mi ki Mustafa Everdi, öykülerini internette yazmasına rağmen, sonunda basılı kağıda döktü, yani öykülerini iki kapak arasına koydu… İşte umut burada. Bunca dijitalleşmeye rağmen, eserini kağıda basma dürtüsü nereden geliyor?
Everdi’nin son tahlilde dediği gibi… Dijital yayın ve sosyal medya, günlük tüketilen hızlı bir ekran akışı gibi; Adeta bir kara delik. Elle tutulmuyor. Biriktirilemiyor. Kitap, dergi, gazete kalıcılık beklentisi ile ilgili. Geleceğe de seslenebilme umudu... Bu nedenle basılı eser, kitap gazete, dergi tirajı azalsa da yerini koruyacak gibi görünüyor.