AB -Türkiye zirvesinin gündeminde yine mülteciler bulunuyor ve AB, Ortak Eylem Planı’nın iyi işlemedi kanaatinde. Buna göre Türkiye’nin Avrupa’ya giden yasa dışı göçü yeterince engelleyemediği, kendisine gelen göçmenlere kapısını hala açık tuttuğunu ve geri kabul anlaşması konusunda da bir dizi sorun yaşandığını ileri sürüyor.
Kısacası AB, Türkiye’yi hala mülteci almakla, bunların Avrupa’ya geçmesine göz yummakla ve yakalanıp geri gönderilenleri de kabule yanaşmamakla suçluyor.
Türkiye, aslında bu biçimde davranmıyor. Ama diyelim ki böyle yapıyor, bunda suçlanacak ne var acaba?
AB tarafı, her ay dışı yollardan Avrupa’ya gelenlerin sayısının 2000 civarında olduğunu ileri sürüyor ve Türkiye’nin bu rakamı 1000’in altına düşürmesini istiyor. Bu teknik anlamda Türkiye’nin yasa dışı göçü durdurma çabalarını iki katına çıkarması demek. Bunun da iki yolu var; Türkiye bir yandan girişleri sınırlayacak, öte yandan çıkışları engelleyecek.
Kağıt üzerinde basit gibi görünen bu formül, uygulamada katiyen kolay değil. Türkiye’nin güvenlik güçleri, yasa dışı göçü engellemek için her gün artan bir masrafla çaba veriyor. Dolayısıyla meselenin birinci engeli, mali konulara dayanıyor.
Türkiye’den beklenti
Sorunun bir diğer yönü ise adı üzerinde, yasa dışı göç ile ilgili. Yasa dışı yollardan Avrupa’ya geçilebiliyor ise o zaman önlemlerin karşılıklı alınması, mesela istihbarat paylaşımının çok iyi işlemesi gerekiyor. Bu sorunun sadece Türkiye tarafından çözülmesi teknik olarak mümkün değil.
AB tarafı, bu tür engelleri aşmak için yasa dışı göçmenlerin “yasal göçmene” çevrilmesini bekliyor. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin kendi topraklarına “Doğu”dan girenleri mülteci statüsüne sokmasını talep ediyor, sığınmacı değil. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ne bölge şerhi koyan ve sadece Avrupa Konseyi üyesi ülkelerden gelenlere mülteci statüsü veren Türkiye’nin, bu şerhini kaldırması isteniyor.
Türkiye bu isteğe olumlu yanıt verirse, mülteci olarak kabul ettiklerini kamplara yerleştirecek. Bu kamplar, bugün kurulmuş kamplar gibi olmayacak; içine giren dışına çıkamayacak. Tıpkı, 4 milyona yakın Filistinli’nin 68 yıldır, 61 mülteci kampında feci yaşam koşulları altında bırakılıp unutulmalarındaki gibi olacak; bu arada bu kampların giderleri de az dış destek-çok ulusal destek şeklinde artıp duracak.
AB’den vaat
Diyelim ki Türkiye tüm bu talepleri yerine getirdi, hatta geri kabul anlaşması doğrultusunda Tunus ve Cezayir’den AB’ye geçenleri bile ülkeye almamaya direnemedi, karşılığında AB ne yapacak?
Mülteciler için para verecek. Verecek ama henüz gelen bir para yok; belki de ayni yardım yapılacak. Yani ocak, battaniye, tencere gönderilecek. Ayrıca Türkiye’deki kamplardan mülteci seçilip Avrupa’ya götürülecek. Modern köle pazarı gibi, “işe yarar” olanlar, muhtemelen de erkekler, az sayıda gruplar olarak Avrupalı mülteci olacaklar. Böylece sınıf atlamış olurlar mı, orası bilinemiyor ama Avrupa ülkelerinin tümünün bu öneriye de sıcak bakmadığı hatırlatılmalı. Yani, seçmece mülteci konusu, hem “devede kulak” bir destek, hem de bunun bile hayata geçmesi şüpheli.
Şimdi AB tarafına yeniden sormak gerek. Neden Türkiye 2000 kaçak göçmen sayısını 1000’in altına düşürmek için büyük bir maliyete daha katlansın diye. Türkiye ek yükümlülükler üstlenecekse, karşılığında ne aldığını somut olarak görmek zorunda. AB’nin desteği vaat olarak kaldığı sürece, bu konu Türkiye-AB yakınlaşmasına değil, uzaklaşmasına yol açacak gibi.