CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce “Amerikalılar beni aradı” deyince ortalık karıştı.
Muharrem İnce’yi aramışlar ve demişler ki, “Türkiye Cumhuriyeti Fethullah Gülen’i usulüne uygun bir şekilde bizden istemediği için iade etmiyoruz.”
Demek ki İnce, “yetkin” ve “yetkili” bir Amerikalıyla konuştu. Belki de bir “Amerikalı grubu”yla...
O zaman bu Amerikalıları açıklamalıdır.
Bir devlet yetkilisiyle mi konuştu?
Bir yargı elemanıyla mı?
Üst düzey bir gizli servis yöneticisiyle mi?
Başvurunun neresinde problem var, “eksik” olan hususlar ne? Bunları ortaya koymalı ve iade sürecini hızlandırmalıdır.
Bunu yapmazsa, müfteri ve yalancı ilan edilmelidir.
Ben tahminimi söyleyeyim:
Muharrem İnce, yalan söylemiyorsa(ki, yalan söylediğini düşünmem), Amerikalı yetkililerle değil, FETÖ’cülerle ya da FETÖ’cülerle dirsek teması halinde olan Michael Rubin kılıklı adamlarla görüştü. Yahut bu adamlar tarafından arandı ve kendisine emanet edilmiş “psikolojik harp” malzemesini faş ederek, seçim öncesi algı operasyonuna girişti.
Bir diğer ifadeyle, cin olmadan adam çarpmaya kalktı.
Muharrem İnce’nin kurtuluşu, o Amerikalıları ele vermesine bağlı.
Bu konuda somut ve kamuoyunu tatmin edici bilgiler sunmadığı sürece, hem yalancı ve müfteridir, hem de kullanışlı bir FETÖ aparatıdır!
Bence de al Ahmet’i vur Barış’a...
Demiştim ki, “O gazeteciyi savunmak içimden gelmiyor; çünkü yıkmakla maruftur, belden aşağı vurmayı itiyat edinmiştir, kalleştir, dostluğunda samimi değildir, ikiyüzlüdür, kısacası adam değildir...”
Savunmak içimden gelmiyordu ama yine de bütün iyi niyetimi kullanarak, DHKP-C tehditlerine karşı bir-iki şey söylemiştim.
Gazeteci (yani Ahmet Hakan Coşkun), muhalefetin Cumhurbaşkanı adaylarına sesleniyordu; “Nefret suçu işleyen Barış Atay’la aranıza mesafe koyun” demeye getiriyordu.
Esasında, Barış Atay’dan çok da farklı düşünmüyordu.
Meseleyi gündeme getirme sebebi, “ilke” değil, kişisel husumetti.
Barış Atay vaktiyle sosyal medya hesabından kendisine salladığı için, bunu fırsat bilmiş, “Muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı adayları bu çocuğa haddini bildirsin” diyerek intikamını almıştı.
Bunu nereden anlıyoruz?
Mahut gazetecinin, “Barış Atay’ımızı sana yedirmeyiz” mealindeki DHKP-C saldırılarından sonra kaleme aldığı “durum kurtarma” yazısından anlıyoruz.
Meseleyi en iyi Nagehan Alçı özetlemiş.
Diyor ki, iki zihniyet arasında (yani Ahmet Hakan Coşkun’la Barış Atay arasında) fark yok.
Fark, sadece stratejide...
Okuyalım: “27 Mayıs ve Yassıada ruhu her an bu ülkede hortlamaya hazır durumda. Bazen bu duyguları Barış Atay gibi ‘dürüstçe’ ifade edenler oluyor, bazen dolaylı yoldan satır arasında ağzındaki baklayı çıkaranlar, ama hepsi aynı kapıya çıkıyor. Zaten Barış Atay’ın intikamcı ve kinci yaklaşımına karşı çıkanlar da ‘stratejik’ gerekçelerle bunu yapıyorlar. Mesela Ahmet Hakan’ın dünkü yazısında tamamen bu stratejik bakış açısı var. / Özetle şunu diyor Barış Atay gibi radikal muhaliflere karşı: ‘Gerçek duygularınızı saklayın. Önce AK Parti tabanını Erdoğan’dan vazgeçmeye ikna edelim, yumuşak ve mutedil gözükelim, sonra siyasi gücü ele geçirince Erdoğan’ın da Erdoğancıların da defterini zaman içinde düreriz. Şimdilik özgürlükçü ve demokrat gözükelim.’/ Yani aslında zihniyet olarak Ahmet Hakan ile Barış Atay arasında fark yok. İkisinin de Tayyip Erdoğan’a karşı duygularının çok yakın olduğu açık.”
Ne diyebiliriz?
Budur!