Üniversite öğrencilerinin kendi tutacakları evlerde “kızlı-erkekli” kalmalarını devlet eliyle engelleme girişimi, az-buz bir olay değil. Ali Bayramoğlu’nun yerinde ifadesiyle, “tehlikeli ve kritik eşik” var burada aşılmak istenen: “Özel alanamüdahale.”
Bu müdahaleyi meşru kılmak için kullanılan argümanların ise bence elle tutulur tarafı yok.
Örneğin, “biz muhafazakâr bir partiyiz, dolayısıyla muhafazakâr tedbirler alırız” demek, hiç ikna edici değil. O mantıkla, CHP iktidara gelse ve “biz çağdaşlaşmacı bir partiyiz, o nedenle başörtüsünü yasaklıyoruz” dese, “aaa, evet, adamlar haklı” mı diyeceğiz?
Demokrasilerde siyasi partiler elbette dünya görüşlerine göre kamusal düzenlemeler yapabilir. Ama bireysel hak ve özgürlüklere dokunamazlar. Zaten kim iktidara gelirse gelsin özgürlükler korunsun diye konmuştur bu dokunulmazlık.
“Bu evlerde illegal sol örgütler gelişiyor” argümanı daha da anlamsız. Ne yani, genç kızlar ve erkekler yanyana gelince illa hemen DHKP-C militanı mı oluveriyorlar? Yahut DHKP-C kendine ev tutacaksa bunu “erkek-erkeğe” yapamaz mı?
Aslında varılmak istenen “cinselahlakçılık” hedefinde bile böyle bir traji-komedi var. Öyle ya, bir düşünün, erkek-erkeğe ve kız-kıza kalmaya zorladıklarınızın bazıları eşcinsel veya lezbiyen ise ne yapacaksınız? Onlara özel bir “muayene” filan mı gerekecek?
Ahlak ve devlet
Aslında bu meseledeki en büyük sorun, “dini/ahlaki değerlere sahip çıkmak” ile, “bu değerleri devlet eliyle dayatmak” arasındaki farkın kavranamayışı.
“Ne yani, siz kendi kızınızın erkeklerle kalmasına izin verir misiniz” şeklindeki yanlış soru, tam da bu problemin ifadesi.
Kendi açımdan cevap vereyim: Henüz çocuğum yok, ama Allah kısmet eder de bir kızım olursa, hayır, onun erkek öğrencilerle aynı evde kalmasına izin vermem. Hatta, o da bir şey mi, dilerim ki oruçlarını tutsun, namaz kılsın, müsait bir tatilinde umreye gitsin.
Ama bunların hiç birinin devlet tarafından kontrol edilmesini istemem! “Kızınızın ahlakını kontrole geldik” diye kapıya polis dayanırsa, “haddinizi bilin” diye def ederim!
Çünkü hem din hem de ahlak, son derece vicdani meselelerdir. Devlet denen hoyrat organizasyonun bu mahrem alana el atmaya asla hakkı yoktur.
Kaldı ki, ahlak tanımları birbirinden farklıdır. Toplumuzdaki çoğu aile “evlilik öncesi birlikte yaşama”yı hoşgörmez, ama bazıları da görebilir. Çoğunluğun değerleri azınlığa dayatılamaz.
Dahası, 18 yaşını dolduran herkes de “reşit”tir; yani isterse ailesinin değerlerine aykırı hareket edebilir. Mesela, çok “çağdaş” bir ailenin kızı, ebeveynlerinin rızası olmadan tesettüre girebilir. (Ona da karşı çıkar mısınız, “yok, olmaz, babasının sözünü dinlesin, polis de bunu kontrol etsin” diye?)
Sivil toplum
Görmemiz gereken acı gerçek şu: Hepimiz, ne yazık ki, az ya da çok Kemalistiz. Devletin toplum için “doğrular” ve “yanlışlar” belirlemesine çok alışığız yani. Onun yüzden de kendi doğrumuza sahip çıkmanın tek yolunu onu devlet eliyle dayatmak zannediyoruz.
Oysa liberal demokraside devlet olabildiğince tarafsızdır; din ve ahlak ise “sivil toplum”un işidir. Böylece herkes kendi değerlerini hiç kimseye dikte etmeden geliştirebilir.
Fatih Üniversitesi hocası Savaş Genç, bu nüansı görerek şöyle demiş Twitter’da:
“Nesillerin geleceği hususunda hassas olan dindarların yapması gereken, daha güzel yurtlar, okuma salonları, dershaneler ve öğrenci evleri açmak.”
Ben de öyle diyorum. Dahası, “muhafazakârlık” kelimesiyle ima edilen dini değerlere inanan bir insan olarak, istirham ediyorum ki, ne bugün ne de gelecekte lütfen insanlara “muhafazakârlık” dayatmayın. Onları, dayattığınız her şeyin düşmanı yaparsınız...