Türkiye'nin dinamik bir tarafı var. Bundan dolayı çeşitli daralmalara karşın her zaman bir siyaset bulunur. Bazen bu gecikebilir. Ancak sonunda yine de bir yol ve çözüm ortaya çıkar. Bunlar yeni partiler, yeni liderler ve yeni kuşaklarla kendisini gösterir. Elbette yeni siyaset tarzları da burada önemli. Sağ veya sol, milliyetçilik veya muhafazakârlık olsun, bu durum fark etmiyor.
Türkiye en katı daralmayı tek parti rejimi uygulamalarıyla yaşadı. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi bütün darbeler siyasetin sivil alanını daralttı. Siyasal alanın daralması durumunda toplum, siyasete karşı mesafeli ve küskün hale gelir. Korku ve vesayetler egemen olur. Toplum tutuk ve kapanık bir bedene dönüşür. Konuşamaz, eyleyemez, üretemez. İçine çekilir.
Bütün bu siyasal çekilme ve daralma durumlarından sonra çözümler de doğar. Menderes gelir, Özal gelir, Erdoğan gelir. Yeniden açılmalar olur. Sivil siyaset uç vermeye ve gürlemeye başlar. Sivil siyasetle geniş konsensüsler oluşur. Parçalanan siyaset, geniş bir toplumsal uzlaşma ile tekrar boy gösterir. Toplum canlanır, siyaset ile reformlar yapılır, kalkınma hamleleri atağa geçer.
Siyasetin en önemli yönlerinin başında toplumu en geniş biçimiyle temsil etme kudretine sahip olması ve Türkiye'nin bütünsel ruhunu temsil etmesi gelir. Bu durumda siyaset hem etkili bir şekilde çalışır, hem de birliğe katkı sağlar. Birçok kesimi kucaklar ve onlara temsil imkânı sağlar. Özal dört eğilimiyle ve Erdoğan muhafazakâr siyasetle bunu ortaya koydu.
Türkiye, 2014 sonrasında önemli iç ve bölgesel meydan okumalarla yüz yüze kaldı. FETÖ darbe girişimi, Arap Baharı ve yansımaları, Batının PKK terörünü yeniden destekleme girişimleri, Suriye Savaşı... Siyasal alan yeniden güvenlikçi ve demokratik paradigma arasında sıkışmaya başladı. Bu çerçevede muhafazakâr siyaset en önemli meydan okumalarla karşılaştı. Liderliği tasfiye edilmeye çalışıldı. Darbeye maruz kaldı. Ortadoğu denkleminden dışlanmayla yüz yüze geldi.
Hem dünyada hem de Türkiye'nin içyapısından kaynaklanan iki önemli durumla yüz yüze geldi: "Dini fanatizm" ve "milli fanatizm". Birisi din üzerinden muhafazakârlığı aşırılığa zorlarken öteki de millilik üzerinden buna zorluyor. Elbette milliğin aşırılaşması ulusalcılık ve ırkçılık gibi eğilimlerle ilgilidir. Muhafazakâr siyaset daralmaya çağrılıyor. Devleti kutsamak, muhalefeti isyancılık görmek, sert milliyetçiliğe yönelmek, adaleti gerektiğinde askıya almak, kültürel çoğulculuğu reddetmek, kolektivizmler karşısında özneyi zayıflatmak... Muhafazakârlık bunlara zorlanıyor.
Muhafazakâr siyasetin bu daralmaları aşabilmesi, ancak yeni bir siyaset tazelenmesi ile mümkündür. Daha önce birkaç kez bunu yaptı. Aslında adayların ve kadroların atamasında da bu irade ortaya konmaktadır. Siyaset konseptinde de bunu yapabilir. Buna ben Muhafazakâr Orta adını veriyorum. Aşırı ve fanatik cephelere doğru yapılan çekmelere karşı Muhafazakâr Orta olmak çok önemli bir çözüm. Türkiye'nin genel varlığı ve toplumsal geleceği için önemli.
Muhafazakâr Orta, muhafazakârlığın Türkiye ortalamasını temsil etmesidir. Bölgesel, ideolojik, etnik, sınıfsal gibi sosyolojik dinamiklerin katılımına olabildiğince en geniş biçimde yer vermesi ve temsiline imkân tanımasıdır. Muhafazakar Orta, Türkiye'nin en geniş katılıma ve kolektif aidiyetine sahip bir konsensüstür, uzlaşmadır, sözleşmedir. Toplumun beklentilerinin bütün farklı kültürlerini ortak bir siyasal sosyolojide buluşturma yoludur.
Muhafazakâr Orta, muhafazakâr siyaseti kurumsallaşarak devam etmesini sağlayacak bir yoldur. Makul, kapsayıcı, bütünleştirici ve kudretli siyaset pratiğini üretmeyi sağlar. Türk siyasetinde daralmalara karşı geliştirilebilecek en önemli siyaset düşüncesidir. Merkez siyaseti, muhafazakârlık ile birlikte inşa etme gayretidir. Muhafazakâr siyasetin ve merkez siyasetin yaşadığı daralma ve yıpranmalara karşı önemli bir çıkış olabilir.