Askeri okulların müfredatına “demokrasi” ve “seçmeli Kuran dersi”nin eklenmesi, bazılarına gerçek bir değişimin ifadesi olarak göründü.
Böyle düşünenleri anlamak mümkün.
Öyle ya...
“İslamiyetin ılımlısı ılımsızı olmaz, hepsine karşı önlem almalıyız” diyebilecek kadar “rahat” generallerin; “yataklarında olması gerekirken çağdışı kıyafet içinde ilahi okuyan küçük kız çocukları”ndan muhtıra gerekçesi çıkarabilen genelkurmay başkanlarının; kendisine maaşını veren cumhurun başkanının eşinin elini sıkmamak için törenlerde köşe kapmaca oynayabilecek kadar acıklı-komik hallere girebilen kuvvet komutanlarının; ve askerdeki çocuğunu ziyarete gelen kadının başındaki örtüyle uğraşacak kadar kendi toplumuna yabancı bir kurumun ülkesinden buralara gelmek, bir değişimin ifadesi olarak görülebilir.
Hatta bazıları için “sorun bitti” anlamına da gelebilir.
En çok da “dinle barışık bir ordu” özlemi içindeki muhafazakarların çoğu aldanmaya hazırdır bu illüzyona.
Namaz kılan subayları ordudan atmaktan vazgeçen, eşi başörtülü generallerin de görev yapabildiği bir ordu, onları tatmine yetebilir.
Hele bir de, her ağzını açtığında topluma din konusunda ayar veren küstah paşaların yerine, ara sıra dinden ve imandan da bahseden paşalar gelirse, çok muhtemeldir ki onların yüreğinin yağı erir.
Ama ordudaki acil reform ihtiyacını perdelediği ölçüde bir illüzyondur.
Ve gerçek sorunu gölgelediği, atılması gereken köklü adımları ertelediği ölçüde vahim bir yanılgı...
***
Askeri okulların müfredatının elbette değiştirilmesi gerekir. Ama bu müfredatın çok azı ders kitaplarıyla ilgilidir.
Çok daha fazlası, orada oluşturulan atmosferle ilgilidir ve gerçek müfredat odur.
Genelkurmay, “Harp okullarının hiçbir safhasına darbe öğretilmiyor” diyor ama öğretiliyor. Daha o öğrenci oraya adım attığı andan itibaren öğretiliyor.
Sivillerin güvenilmez insanlar oldukları, ülkenin gerçek sahiplerinin askerler olduğu, seçilmişler yoldan çıktığında darbenin meşru olduğu şeklindeki “ders”in hiçbir kitapta yazması gerekmez.
Bu bir atmosferdir ve öğrenciyi kuşatır.
“Avluda ilk sıraya girdiğimizde, bize ‘içinizde geleceğin cumhurbaşkanı duruyor’ dedi komutanımız” diye anlatıyor emekli bir asker. Bu da müfredatın bir parçası. Yazılı olmayan bir parçası; belki daha sahici bir parçası.
***
Eğer bir orduya sınırları korumanın, ülke savunmasının dışında bir görev, ideolojik bir misyon yüklerseniz, örneğin “Atatürk ilke ve inkılaplarını koruma misyonu” yüklerseniz, yarın onun durumdan vazife çıkarmasına da kapı açmışsınız demektir.
Hangi ideolojik misyon olursa olsun bu. Atatürkçülüğü, Kemalizmi değil de demokrasiyi, liberalizmi veya İslam’ı korumak deseniz de, darbeci bir eğitim veriyorsunuz demektir ve darbelerden burnunuzu çıkarmanız mümkün olmaz hiçbir zaman.
***
Elbette askeri okullardaki müfredatı sadece mesleki eğitimin gerekleri doğrultusunda yeniden ele almak, onu ideolojik içeriğinden arındırmak ve denetlemek gerek.
Oradaki öğrenciye, hangi siyasi görüşten olursa olsun, parlamentonun ve sivil iradenin ona tevdi ettiklerini yapmakla yükümlü olduğunu ve onun bundan başka bir ödevinin olmadığını öğretmek gerek.
***
Bütün bunları yaparsanız darbeyi önleyebilir misiniz?
Hayır, çünkü darbe meselesi, sadece bir eğitim veya zihniyet meselesi değildir.
Mesele, darbecinin, yaptığının yanlış olduğunu bilmemesi de değildir. Bilir. Dünyanın her yerinde bilir. Mesele onun darbe yapabilmesini imkansız hale getirmektir.
Bunun da yolu, müfredatın da içinde yer aldığı kapsamlı bir ordu reformundan geçer.
Bugün Türkiye’nin acil biçimde ihtiyaç duyduğu budur.
Ve bugün yapılmayan da budur.