Cuma günü dünya Fransa, Kuveyt, Tunus ve Kobani’deki IŞİD saldırılarını konuşurken Türkiye askerlerden sızdırıldığı anlaşılan bir haberin detayları peşindeydi. Haber 18 Haziran’da yapılan bir güvenlik toplantısına ilişkindi ve bu toplantıda hükümet kanadı askerlerden Suriye’de güvenli bölge oluşturulmasını da içeren olasılıklar üstünde çalışılmasını istemişti.
Haberin çarpıcı tarafı askerlerin bu talebe hukuki ve fiili nedenlerle karşı çıkması, müdahale konusunda çekimser bir tavır sergilemesiydi. Anlaşıldığı kadarıyla hükümet de askerler de IŞİD tehdidinden, PYD’nin zemin kazanmasının doğurabileceği sonuçlardan, Esad yönetimi ile IŞİD ittifakının Türkiye’ye yakın duran muhaliflerin elindeki sınır kapılarını ele geçirmesinden endişe etmekteydi.
***
Ancak askerler böylesi bir müdahalenin doğuracağı sonuçlardan çekinmekte, hükümetse askerlerin her türlü olasılığa hazır olmasını istemekteydi. Yani aslında dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi siyasiler ve askerler güney sınırlarımızda giderek artan tehlikeler üstünde durmuş, neyin yapılıp neyin yapılamayacağını birlikte tartışmıştı. Bunda hiçbir sorun yoktu. Sorun haberin paylaşılmasında, daha doğrusu basına aktarılmasındaydı.
Belli ki askerler ya siyasilerin güvenli bölge konusunda ısrarlı olabileceğini düşündüğünden ya da dünyaya bir şekilde mesaj vermek istediğinden, bu görüşmeleri basınla paylaşmıştı. Zamanlama göz önünde bulundurulduğunda amacın dünyaya mesaj vermek olduğu söylenebilir. Ama belki de Suriye’ye yapılacak müdahalenin doğuracağı sonuçlar askerlerin zihnini daha fazla meşgul ediyor.
Askerlerin gerekçesi ne olursa olsun bence IŞİD Türkiye için büyük bir tehdit olmasına, PYD’nin Kuzey Suriye’de bir devlet kurabilme ihtimalinin bulunmasına rağmen Türkiye’nin Suriye bataklığına saplanmaması gerekiyor. Türkiye IŞİD’e karşı mücadeleyi desteklemeli ama kendisi bu mücadelenin içine girmekten elinden geldiğince kaçınmalı. Benimsenmiş olan orantılı şiddet politikası başarılı, şu ana kadar IŞİD Türkiye’yi çok da fazla zorlamadı.
Türkiye askeri bir tedbir alacaksa, Tunus ya da Kuveyt’tekine benzer bir saldırı kendi topraklarında gerçekleştiği takdirde IŞİD’in hangi komuta kontrol merkezini vuracağını, örgütün canını hava, deniz ve gerekirse özel kuvvetler operasyonlarıyla nasıl acıtacağını planlamalı. Tepkisi ani, şiddetli ve caydırmaya yeterli olmalı. Güvenlik bölgesi oluşturulacaksa da bu zemindeki güçlere verilecek destek ve deklare edilecek bir doktrin çerçevesinde yapılmalı.
Türkiye artık eski reflekslerinden de kurtulmak zorunda. PYD’nin PKK ile organik ilişki içinde olduğu doğru. PKK Kuzey Suriye’deki kazanımları ileride bir devlete de tahvil etmek isteyebilir. Ama işte tam da bu nedenlerle barış sürecinin sürdürülmesi, Türkiye’nin Kürtlerini eşit haklara sahip vatandaşlar olarak tescil etmesi gerekiyor. HDP’nin TBMM’de 80 milletvekiliyle temsil edilmesi zaten sürecin gerçek zeminini oluşturdu.
Türkiye tüm siyasi ve ahlaki zorluklarına rağmen PKK’yı artık düşman olarak değil çözüm ortağı olarak görmeli. Kürt sorununun çözümünde de, IŞİD’e karşı verilen mücadelede de PKK’nın etkisinden ve gücünden yararlanmanın yollarını aramalı. Daha önce de yazdığım ve söylediğim gibi PKK/PYD’nin Almanya’ya, Amerika’ya, Fransa’ya yaslanacağına Türkiye’ye yaslanması sağlanmalı. Güvenliği Türkiye’de aramalı, gerekirse silah ve mühimmatı Türkiye onlara temin etmeli.
***
Unutmayalım ki IŞİD sadece bugünün değil geleceğin de sorunu. Suriye ve Irak’ta çok büyük bir toprak parçası elinde tutmakta, şiddeti ve anlatısıyla militan toplayabilmekte. Nijerya’dan Özbekistan’a kadar geniş bir coğrafyada kendisine biat etmiş örgütleri, Amerika ve Avrupa’da ölmeye hazır hücreleri bulunmakta. IŞİD’e karşı savaş açmış Amerika bile bu sorunun kısa sürede biteceğini düşünmemekte.
Türkiye de kendini uzun süreli bir mücadeleye hazırlamalı. Fakat bu mücadele askeri olmaktan çok diplomatik olmalı, başkalarının imkanlarını kullanmaya, ön cephede bulunmamaya özen göstermeli. Kendi içindeki IŞİD sempatizanlarına karşı da polisiye tedbir almalı. Ayrıca Türkiye resmisi, sivili, siyasisi ve basınıyla PYD’ye bakışını değiştirmeli, güney sınırlarımızda oluşturulan kuşağın çıkarlarına ille de aykırı olmadığını görmeli...