Kendimi bildim bileli ihtiyar erkekleri gördükçe merhamet damarım kabarır. Acımak gibi değil de bir çeşit hüzünlü haldir onların fotoğrafları benim zihnimde. Erkek arılar gelir hemen aklıma. Erkek arılar bal yapmaz. Kovanda sayıları belli oranda tutulur. Vazifeleri ana arının bıraktığı yumurtayı döllemektir. Onun dışında kovan içerisinde boş boş gezerler ve yapılmış balları yerler. Dişi arılar ise sayıları bir haddi aşınca onları kovanın dışına atar ve öldürürler. Benim pederim arıcı olduğu için bize kovan dışına atılan erkek arıları gösterir ve onların bana pek hüzünlü gelen bu hikayesini anlatırdı.
İhtiyarlamış ve eskilerin “erzel-i ömür” dedikleri safhaya gelmiş olanlara karşı bende pozitif ayrımcılık vardır. Onları dinlerim. Anlamaya çalışırım. Hikayelerini samimi bir alaka ile dinleyince onlar da açılırlar. Dertlerini bir bir dökerler. Dert listesi uzun olsa da muhtevası hemen hemen aynıdır. Sağlık meseleleri, oğlan ve kızların hayırsızlığı, vefasızlığı, paranın kıt oluşu, ahbaplarının giderek azalması gibi hepsine aşina olduğumuz dertler içinde onları askerlik hatıraları biraz olsun şenlendirir. Hele askerlik dışında memleket dışına çıkmamış bir ihtiyarla muhabbet ediyorsanız onun ilk karşılaşmaları, yeni yerler görmesi ve yeni arkadaşlar bulmasından çok renkli hikayeler çıkar. Laf açılmışken bir sır vermem lazım. Hikaye çıkarmak için değil “essah” bir alaka ile dinlemeniz lazım. Hikaye çıkarmak için dinleyince hemen anlaşılır niyetiniz ve ihtiyar kişi kapatır kendini. Mesela bazıları ihtiyarları söyletmek ister. Sorular sorar. Sorarken de bağırır sanki her ihtiyarın işitme sıkıntısı varmış gibi. O zaman ihtiyar kişi haklı olarak rahatsız olur. Sır samimi olmaktadır gerisi kolaydır...
Mesele yaşlı erkeklere nereden geldi derseniz. Televizyonda, yaşı doksanı bulmuş bir emekli amcamız diyordu ki insanlara anlatacaklarım var onları anlatmadan Allah canımı almasın. Şairin dediği gibi “Sever hayatı beşer taa ser-i mezarında” yaşı doksan olmuş ama anlatacakları bitmemiş bir ihtiyarı görünce şaire hak veriyor insan.
Eski adamlar yaşı yüz yirmiyi bulana “muammer” derlermiş hatta, “muammerinden ol evladım” diye dua ederlermiş. Hem dua edilir hem de ömrün bu devresine “erzel-i ömür” denirmiş. Yani ömrün en rezil safhası. Tabi kişi Allah’tan hayırlı uzun ömür talep etmeli ölümü arzulamamalıdır. Ama ömrün “erzel” olmaması için sağlık, huzur arıyor insan. Yoksa bazı ihtiyarların dilinde tespih olmuş “artık burnuma mis gibi toprak kokuyor” deme safhasına gelir insan.
Allah ömürler versin diye dualar edilir, türlü çeşit formüller aranır uzun yaşamak için. Eskiler de uzun ömrün sırrını kendilerince listeler hazırlayarak özetlemişler. Az yemek, hiddetlenmemek, her işin iyi tarafını görmek bu nevi telkinlerdendir.
Uzun ömrün sırları arasında engerek yılanı yiyerek beslenmek olduğunu okuyunca gülmüştüm. Uzun ömür süreyim diye her öğünde bir parça engerek yılanı yiyecek mide kimde var? Hem yemeye razı olsa da bir kişi o kadar yılanı nereden bulacak? Hasılı her formül de tatbik edilir değil. Bizim uzun ömür formülleri daha bir uygulanabilir sanki. Sürekli yoğurt yemek, açık havada dolaşmak, kafaya çok şeyi takmamak vs. Yoğurt yemeye eyvallah. Açık havada dolaşmak da tamam ama kafaya bir şey takmamak ne nimettir. Herkesin eline geçer mi? Zor iş vesselam.
İhtiyarlamış erkeklere karşı onları kovan dışına atan dişi arılar kadar gaddar değiliz. Ama kabul edelim ki onları hayata dahil etmek, onları ölümü bekleyen fertler olmaktan çıkarmak meselesinde pek başarılı değiliz. İhtiyar erkeklerin pek çoğu öteki tarafı gözler gibiler. Belki adı konulmamış bir depresyon yaşıyorlar. Onların fikrini merak eden, soran yok. Hayat hızla akarken onların hızına uygun adım atmaya hevesli değiliz. Onların da hala çarpan bir yürekleri, güllaç yaprağı gibi bir hatırları olduğunu unutuyoruz.
İbn-i Sina uzun ömür için bir tavsiyede bulunur ver dermiş ki yediğini hazmetmeden yeni bir şeyler yemeyesin. Ömrü kısaltır. Bu modern çağda yediğini hazmetmeye bile vakit olmayan insanın ihtiyar erkeklere ayıracak vakti nasıl olur meçhul... Ama gönül umur yor işte ne yaparsın...