Üniversitede öğrenciliğimden beri ülkemizde tartışılan bir konudur: Diziler vb. programların nesilleri yetiştirmedeki olumsuz etkisi. Sahte yaşamların gerçekmiş gibi olağanüstü bir gösterişle sunulmasından sonra ortaya çıktı aslında gençlerde kısa yoldan maddi kazanç isteği veya kısa yoldan mevki makam sahibi olma anlayışı. Her ne kadar yıllardır tartışılsa da çözüme yönelik atılan bir adımın varlığından söz etmek mümkün değil.
TÜİK verilerine göre 2008’den itibaren toplamda 10.049 erkeğin ve 226.428’de kadının küçük yaşta evlendirildiğine dair veriler basına yansımış durumda. Bu veriler son günlerde sosyal medya hesaplarınca paylaşılarak farklı analizlere sahne oluyor. Bu sonuçlar, ilgili kurumlarca dikkate alınarak gerekli önleyici çalışmaları şüphesiz beraberinde getirmelidir. Lakin medyada yer alan TV programlarının etkisi ile küçük yaşta erkek ve kadınların flört etmeye başlamaları, yaşamlarında kendi tercihleri diyerek yeterli olgunluğa ulaşmadan ikili ilişkilerin önlenmesine yönelik adımların çağdışı ve ilkellik gibi algılanması, ortada duran diğer bir yanlışlık olarak değerlendirilmedikçe küçük yaşta evliliği eleştirenlerin de samimiyetlerini sorgulamaya yol açmaktadır.
Sağlık Bakanlığı’nın araştırmalarına göre ülkemizde sigara içme yaşının 14 yaş altındaki oranı % 28.4. İlk sigara içme yaşının 7 daimi olarak kullanma yaşının ise 13 olduğu yapılan araştırmada ortaya çıkan diğer sonuçlar. Medyada tütünlü mamullerin yasak olması ve özendirici görüntülerin olmaması maalesef bilinçsiz ebeveynlerin varlığından dolayı gençlerin korunmasına yönelik projeleri etkisiz kılmakta. Bugün büyükşehirlerde ortaokul öğrencilerinin bile ellerinde tütünlü mamullerle kendilerini zehirlendiğini görmek artık mümkün.
Uyuşturucu niteliğindeki hapların kullanılma oranı ise her geçen gün artış göstermekte. Bağımlılık yapan hapların ülkemizde kullanma oranının en küçük tespit edilen yaşı ise 11. Maalesef bu hapların sigaradan daha yıkıcı etkileri olduğunu bilmekle beraber doğrudan öğrencilerin eğitim hayatını da olumsuz etkiliyor ve hatta bitmesine yol açıyor.
Yukarıdaki olumsuzluklara sebep olan birçok faktörden bahsedebiliriz. Belki en önemlisi hangisidir diye düşünecek olursak birçok kişinin vardığı sonuç eğitim kurumlarından veya eğitim sisteminden kaynaklandığını söylemesi sürpriz olmayacaktır.
TÜİK 2015 Nisan ayı verilerine göre ülkemizde boşanma oranı bir önceki yıla göre % 4.5 oranında artış göstermekte. Aynı verilere göre az da olsa evlenmelerde de bir azalma söz konusu.
Küçük yaşta bağımlılık yapan maddeleri kullanmaya başlayan bireylere yönelik yapılan araştırmaların varlığı bir hayli fazla. Bu araştırmalarda bağımlılık yapan maddelerin kullanılma sebeplerinin başında ise boşanmış ebeveynlerin geldiği aşikâr.
***
‘Ülkemizde öğreten ve öğrenen arasındaki ilişki maalesef çok sığlaşmıştır. Hâlbuki bizim kültürümüzde öğreten muallimdir. Yani ilim tedris eden ve öğretimi birlikte yürüten kişidir. Öğrenen de talebedir, yani ilme talip olan. Biz öğretmenliği ders anlatma ve not verme, öğrenciliği de sınava girme ve not alma düzeyine indirerek tarihi bir yanlışın içine girdik. Bir an önce muallim ve talebe kavramlarının derinliğini eğitim sistemimize hâkim kılmak mecburiyetindeyiz.’
Yukarıdaki alıntı, Cumhurbaşkanımızın 2 Aralıkta, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki bir konuşmada eğitim adına yaptığı önemli bir tespit. Bu tespit doğrultusunda Milli Eğitim Bakanlığı’nca birçok çalışmalar veya projeler başlayacaktır, hatta başlamıştır desek yanlış olmaz. Peki, ama bu sorumluluk sadece Milli Eğitim Bakanlığı’na bırakılırsa başarı sağlanır mı? Çok zor, hatta mümkün değil.
Durumu şöyle özetleyelim; Ebeveynlerin boşanmaları ile ortada kalan ve iyi bir aile de yetişemeyen çocukların varlığı malumken, her geçen gün bağımlılık yapan maddelerin kullanılma oranının öğrenciler içinde artış gösterdiği gözlemlenirken, TV programları ile aile hayatından başlayıp okula kadar her şeyin dezenformasyona uğradığı bir ortamda sorunun sadece eğitim sisteminde yapılan düzenlemelerle giderileceğini düşünmek ne kadar gerçekçi?
Medyada yapılan programlardan ve ebeveynlerde aile kavramının öneminden işe başlanmadığı müddetçe eğitimde muallim ve talebe ilişkisine yönelik atılan adımların istenileni sağlama adına sonuç vermesi zor görünmektedir. Bu durum yıllardır bilinen klişe tespitler arasında yer alsa da yazının başında da söylediğimiz gibi ciddi adımların atılmaması aynı sonuçların artarak devam etmesine sebep olmaktadır. Böyle olunca da her geçen zaman da önemi daha da artacak olan bu soruyu hep soracağız : Muallim ve talebe ilişkisini nasıl sağlayacağız?