Tanzimat sonrası üzerimize boca edilen kompleksli duruştan bir türlü kurtulamıyoruz.
Futbolun içinde yer alan biri değilim, zaten çok da ilgi duyan biri sayılmam. Sadece bir babanın evladıyla vakit geçirme telaşıyla futbol hakkında az çok malumat edinen biriyim; o kadar.
Sosyoloji bilimi, sporun toplumsal kimliği güçlendirdiğini söyler.
Bazı spor insanları ise başarının yalnızca sahadaki sonuçlarla sınırlı olmadığını; gündemde kalmanın, farklı yollarla popülariteyi yükseltebileceğini düşünür. Öne çıkmak için polemiği ve başkalarını aşağılayıcı söylemleri tercih ederler.
Bahse konu kişi, Jose Mourinho.
"Jump like monkeys" şeklindeki ifadesinin Afro-Amerikalılar için kullanılan ırkçı bir söylem olduğu ifade ediliyor. Derinlemesine bilmiyorum; araştırmak gerekir.
Dünyaca tanınmış bu kişi, ülkemizin güzide bir futbol kulübünün başına hoca olarak getirildi. Ancak geldiği günden beri davranışları ya da sözleriyle polemik oluşturmayı ve gündemde kalmayı başarıyor.
Sözde Türk futboluna küçümseyici sözler sarf ediyor ancak özünde bir millete karşı hakaretamiz bir tutum sergilemiş oluyor.
Kimse de çıkıp, "Hoop efendi, bir kendine gel!" demiyor!
Hiçbir teknik direktör, ünlü veya başarılı olmasının arkasına sığınarak bir milletin toplumsal haysiyetine leke sürmeyi hedefleyemez.
"Elin gâvurunun" gelip burada pişkin pişkin popülerliğini dikte etmesi ve üstüne üstlük hakarete varan sözler sarf etmesi kabul edilemez.
Burada mesele, "Eleştiri yapamaz" değildir; bilakis sınırlar bellidir: Eleştiri başkadır, hakaret başkadır.
Eğer bir teknik direktör, geldiği andan itibaren sıklıkla Türkiye'deki hakemlere, futbolculara ya da doğrudan Türk milletine yönelik küçümseyici ifadeler kullanıyorsa, bu artık münferit bir dil sürçmesi olmaktan çıkmış, sistematik bir saygısızlığa dönüşmüş demektir.
Fenerbahçe gibi köklü bir kulübün yönetimi, başarının yalnızca sportif sonuçlardan ibaret olmadığını bilmelidir.
Yönetim, gerektiğinde "Dur bakalım, haddini bil!" diyerek bu kişiyi uyarmalıdır.
Eğer yönetim buna yanaşmıyor, göz ardı ediyor ya da bilakis bu söylemleri onaylıyorsa, o vakit Futbol Federasyonu devreye girmelidir. Federasyon da sessiz kalıyorsa, bir üst merci olarak Spor Bakanlığı'nın harekete geçmesi beklenir.
Zira devlet, bir ülkenin sadece siyasal veya ekonomik mekanizmalarını değil, kültürel ve sosyal dokusunu da korumakla yükümlüdür.
"Mourinho" ya da başka bir ismin, sporun rekabetçi ama centilmen ruhuna sığmayan sözleri karşısında susmak, hakkı teslim etmemek demektir.
Bazıları "Aman canım, boş ver, futbol bu, büyütme" diyecektir; yok öyle! "Kendi kimliğini sırtında taşıyan, onurunu yüreğinde saklar."
Bizim duruşumuz nettir: Duruş, kelamdan değerlidir!
Türk milleti, tarihin her sayfasında şecaatini ve haysiyetini ön planda tutarak varlığını ispat etmiş, gerektiğinde imkânsızlıklar içinden çıkıp destanlar yazmış bir millettir.
Bak Mourinho efendi; bu ülkede Fenerlisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı, Trabzonlusu, hepsi aynı toprağın çocuğudur. Günün sonunda omuz omuza durduğumuzda biz biriz, beraberiz.
Burası her istediğinde racon kesebileceğin topraklar değil!
Bu topraklar, yiğidin harman olduğu yerlerdir.
Üstelik "Türk'ün şefkati kadar öfkesi de yücedir."
Mourinho efendi, burada her kulübün taraftarı farklı renkler altında toplanır ama aynı bayrağın gölgesinde yaşar!
Türk milleti için onur bir "etiket" değil, binlerce yılın tecrübesiyle harmanlanan bir yaşam felsefesidir. Bu felsefeye saygısızlık eden, elbette nezaket çerçevesinde ama net bir dille sınırının nerede bittiğini öğrenmek durumundadır.
Haddini bil, Mourinho.
Burada onuru, kimliği ve kişiliği korumak, nefes almak kadar hayati bir meseledir.
Ve biz, bunu korumaya her zaman hazırız.