Yakından izleyenler için daha ilk varlık gösterdikleri yıllardan itibaren, genel kamuoyu açısından ise Ergenekon süreciyle birlikte Gülen Grubu’nun saplantı düzeyindeki istihbaratçılık merakı tescillenmiş oldu. Artık Gülen Grubu denilince akla gelen ilk başlıkların ‘kaset, dinleme, kayıt, istihbarat, savcı, hâkim’ olmasını kimse garipsemiyor. Bu durumun ortaya çıkmasında elbette ki ‘bekçi perspektifini’ aşamayan, ‘kurtulmuşluk illüzyonu’ içerisinden ‘kendisi dışındaki herkesi suçlu addeden dünyanın’ tek sebep olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İşte bu ezoterik dünyanın son vukuatlarından olan ‘MİT TIR’ları’ hadisesi ise nevi şahsına münhasır bir yere oturuyor. Bir taraftan ‘çapsız bir grubun kestirmeden istihbaratçılık oynaması’ karşısında çileden çıkma sancısı ile diğer taraftan ‘bekçi aklının’ ülkeye verebileceği muhtemel zararlar arasında sıkışmış bir vakıa var karşımızda. TIR’lara operasyon yapan savcı ve şürekâsının baskın sırasındaki tavırları, mal bulmuş mağribiyi aratmayacak ve kendinden geçmiş halde ‘suçun veya suçlunun peşine düşmekten’ ziyade, ödeyeceği ‘borcu’ bulmuş bir profil ortaya çıkarıyordu. Borcun Türkiye içerisinde bir adrese olmadığı da fazlaca sırıtıyordu.
Böylesi bir borçlanmanın tarihi, kabaca Gülen Grubu’nun da karmaşık serencamına denk gelmektedir. 28 Şubat sürecinde ihtiyacı olmamasına rağmen, sırf güç odaklarıyla bir ünsiyet kurmak ve ‘kazanan’ olmak adına başlayan borçlanma süreci, Gülen’in ikamet adresini siyasal kütüğüyle beraber Amerika’ya taşımasıyla ciddi anlamda mahiyet değiştirdi.
Ortaya çıkan fatura bir mahkûmiyet olsaydı bile, son altı-yedi yıldır yaşananlar benzer şekilde hayata geçmezdi. Aksine bir mahkûmiyet veya mecburiyetten ziyade, ‘gönüllü yerli muhbir’ tadında, başka bir başkente borçlanmanın küresel mahfillerde sağlayacağı kredinin anlamını bilerek adım attılar. Ortaya çıkan alacak-verecek ilişkisinin meydana getirdiği ‘kullanım değerinin’ de, ‘takas değerinin’ de fazlasıyla farkında olarak ne yaptılarsa yaptılar. Dolayısıyla TIR baskınındaki savcının heyecanı gördüklerinden değil, kendisine tevdi edilen büyük ve kutsal bir vazifeyi tamamlamasından duyduğu hazdan kaynaklanıyordu.
Gülenci siyasal Disneyland dünyasının en büyük sorunu, güzelim teorilerini bozan pis gerçekle Erdoğan’a kadar karşılaşmamış olmalarıydı. Neye ellerini atmışlarsa koparmış, nereye sızmak isterlerse girmiş, kimi sahneden uzaklaştırmak istemişlerse başarılı olmuş bir yapı olduklarını düşünüyorlardı. Ergenekon ve diğer süreçlerde milletin ezici çoğunluğunun oluşturduğu siyasi gölgenin nasıl bir muhafaza sağladığını anlayacak basiretten de yoksundular. Böyle olduğu için MİT TIR’ları hamlesini yaptılar. Bu Disneyland dünyasının müptelalarına göre, hariciyedeki birkaç çömez aklı evvelin mevzuat yol haritası hayata geçerse, TIR’lardan dolayı Erdoğan’ı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gönderecek ‘müthiş deliller’ ele
geçirilmiş olacaktı.
7 Şubat’ta ‘kullanım değerini’ telef eden grup, 17 Aralık ve MİT TIR’ları fiyaskosuyla ‘takas değerini’ de kaybetmiş oldu. Hâl bu olmasına rağmen, ortaya çıkan borçların affı veya ertelenmesinin söz konusu olmadığı anlaşılıyor. Zira böyle olmasa, kaybetmiş olmalarına rağmen medya terörünü sürdürmeleri ve borçlu oldukları adreslerin kamçılarının altına ‘yiğitler’ olarak yatmalarını izah etmek mümkün olmazdı.
Bütün bu karmaşık ama yerli muhbir damarıyla zuhur eden sefil hâlin içerisinden MİT TIR’larında ne taşındığı merak ediliyorsa, cevabının çok basit olduğu söylenebilir. Kaldı ki millet, bütün medyatik köpürtmeye rağmen kanaatini oluşturmuş, cevabını da vermiş durumda. Bu cevaba göre, TIR’ların içerisinde ‘memleketin vicdanı ve ahlakı, hepsinden önemlisi namusu olduğu’ anlaşılıyor.