Zaman ne kadar çabuk geçiyor, su gibi... Evren Paşa’nın ‘Yargılanırsam kendimi asarım’ demesinin üzerinden bir buçuk yıl geçmiş.
Kendilerini hangi meydanda asacağını da söylemişti sanırım. Hatırlayamadım.
4 Nisan 2012 yılından bu yana Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden 12 Eylül darbe davasının cuntacıları Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile ilgili savcılık mütalaasını açıkladı: Kodu mu oturtan, vurdu mu deviren her iki paşa için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile birlikte rütbelerinin sökülmesi talep edildi.
Her iki paşa da yattıkları hastane odalarından bağlanmışlar duruşma salonuna.
Savcılık görüşünde, davanın Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa, başarıyla sonuçlanmış bir darbenin yargılanması mahiyetinde olduğuna dikkat çekmiş.
Her iki paşaya da ‘bir diyecekleri olup olmadığı’ sorulmuş.
Evren Paşa ‘Efendim, avukatım size gerekli hazırlığı yapıp cevabımızı bildirecektir’ demiş.
Şahinkaya Paşa da aynı minvalde cevap vermiş.
Tehdit etmeden ‘kendimizi asarız, keseriz’ blöfleri yapmadan, efendi efendi cevaplamışlar anlayacağınız.
Dün gazetelerde asıl dikkatimi çeken husus ise ‘MİT’in 12 Eylül darbesini haber vermediği haberiydi.
Milli İstihbarat Teşkilatı 12 Eylül darbesini dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e söylememiş.
MİT’in 12 Eylül darbesini görmezden geldiği haberini okurken, birden içimdeki Vasfiye Teyze çıktı ortaya ‘Eeee mecburrrrr’ diyerek.
Nasıl mecbur olmasın ki?
Sonuçta MİT dediğimiz kurum her şeyden önce askeri bir kurumdur ve teşkilatın asli unsurları olan askerler, görevlerini yaparken TSK ile bağlarını kopartmazlar.
TSK’nın herhangi bir teşkilatı gibi çalışan MİT’in kurum ihtiyaçları dahi ordunun kontrolündeyken bağımsız bir kurum olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ordunun kontrolünde olan bir kurumun, TSK ile bağını kopartmamış bir teşkilatın gidip de ‘darbe yapılacak’ haberini vermesini beklemiyorsunuz değil mi?
Tamam, şaşırıyoruz.
Tamam, aklımız almıyor.
Tamam, MİT darbeyi haber vermemiş bilgisinin haber değeri vardır.
Ancak bir de madalyonun öteki yüzü var.
Madalyonun öteki yüzündeki gerçek ise MİT’in bugüne kadar askeri kurum ve vesayetçi kurumlardan birisi olduğu gerçeğidir.
Dün de vesayetçi bir kurum olan MİT’in de işin içinde olduğu hakikati bir kez daha ortaya çıktı.
Sadece MİT mi? Bir dizi vesayet kurumu var. HSKY, MGK, YÖK hatta Anayasa Mahkemesi.
Darbelerin şüpheli sorumlularının yargı önünde hesap veriyor olması elbette o ülkenin demokrasi düzeyinin yükseldiğinin bir göstergesidir.
Bu yargılamalar aynı zamanda vesayetçi yapıların kırıldığını ve her geçen gün biraz daha siyaset alanlarının genişlediğini ve vesayetçi yapıların alanlarının daraldığını ortaya koyuyor.
Siyasi irade on yıldır bir yandan demokratikleşme hamleleri ve özgürlükler alanında yapılan fiili düzelmeler yaparken, bir taraftan da vesayetçi kurumlarla mücadele etti.
Bugün Genelkurmay Başkanı çıkıp ‘vesayet bitti’ diyorsa, ‘ben de emir eriyim’ diye açıklama yapıyorsa bu on yıllık mücadelenin bir eseridir.
Kimse kimseyi kandırmasın.
Önce kurumların başına ‘iyi insanlar’ gelecek... Sonra o kurumlardaki vesayetçi zihniyet tasfiye olacak.
Böyle böyle değişecek Türkiye ve demokrasiye kavuşacak.
MİT PKK’yla ilk kez görüşüyor, Öcalan’la ilk kez masaya oturuyor değil sonuçta, gelinen noktaya bakmak gerekiyor.
İki haftadır MİT üzerinden yıpratılmaya çalışılan Hakan Fidan meselesine bir de bu açıdan bakılmalı.
Darbeleri saklayan, PKK’yı destekleyen Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan, ‘çözüm süreci’nin aktörlüğünü üstlenen teşkilata...
Hakan Fidan’la MİT’in ve Org. Necdet Özel’le TSK’nın yeni bir döneme girdiği kesindir.
Böylesi bir süreçte vesayetçi kurumların normale dönmesinden rahatsız olanların kıyamet kopartmasından daha doğal ne olabilir ki?
Velhasıl bir daha ‘MİT’ darbeyi haber vermemiş haberleri çıkmayacak bu ülkede.