Bu sene mart ayında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Mısır’ı ziyaret etmişti. Bu ziyarette bir ay sonra başlayacak seçim süreci, Ortadoğu ve Mısır ekonomisinin içinde bulunduğu zor durum ele alınmış ve Kerry, seçimlerin adil, şeffaf geçmesi dileğinde bulunduktan sonra ABD’nin Mısır’a vereceği 450 milyonluk yardım için IMF ile anlaşılması şartını öne sürmüştü.
Zaten geçen sene Mursi yönetimi, IMF ile ilke anlaşmasına varmış, ancak 4.8 milyar dolarlık bu anlaşma, çok büyük tepkilere neden olduğu için askıya alınmıştı. Bundan dolayı hem ABD hem de genel olarak Batı, Mursi’nin çok başka bir yöne doğru gitmesinden korkuyorlardı. Mısır’ın geçen sene IMF ile anlaşıyor gibi yaptığı ve bizim stand-by diye bildiğimiz anlaşmanın çerçevesi neydi isterseniz ilk önce buna bakalım, çünkü bu anlaşmanın olmaması bence Mısır’da, Batı’nın Mursi’nin arkasında durmamasında önemli bir rol oynadı.
Mısır ordusu ve (yapılmayan) IMF anlaşması
Mursi yönetimi ile IMF’nin ilke anlaşmasına varmasından sonra, IMF’nin Ortadoğu ve Orta Asya Birim Başkanı Andreas Bauer, Mısır’ın cari açık sorununu çözecek dengeli bir büyüme temposuna geçmesi, bütçe ve hazine hesaplarının da, IMF’den ve uluslararası piyasalardan aldığı borçların ödeme kapasitesinin görünmesi için mümkün olduğunca açık olması gerektiğini söylüyordu. Mısır-IMF anlaşması Bauer’in sözlerinden de anlaşılacağı gibi, klasik bir IMF reçetesi idi. Mısır, parasının değerini düşürecek, enflasyonun ve cari açığın yukarı çıkmaması için daraltıcı para politikası ve yüksek faiz uygulayacak, kamu yatırımlarını durduracak, kamuda personel alımı ve ücret zammı yapmayacaktı. Mursi yönetimi bu programı zaten uygulayamazdı. Çünkü işsizlik de enflasyonla birlikte yükseliyordu. Özellikle Libya’dan devrim sonrası Mısırlı işçilerin geri dönmeye başlaması ve bunların getirdiği döviz gelirlerinin durması işsizliği yukarı çekerken cari işlemler dengesini de olumsuz etkiliyordu. Öte yandan, Suriye’deki iç savaşın sürmesi ve Türkiye ile atılması gereken ticari ve ekonomik birliktelik adımlarının gecikmesi Mursi hükümetinin, IMF programına alternatif kendi özgün programını açıklamasını geciktirdi. Şu gerçek Mısır için hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir; Mısır ordusu, Mısır için kesinlikle bir dış güvenlik kurumu değildir. Mısır ordusu, Mısır’ın Batı ile yeni sömürgecilik ilişkilerini düzenleyen ekonomik ve siyasi bir iç hâkimiyet kurumudur. Ordu, Mısır ekonomisinin yüzde 20’sini doğrudan kontrol ettiği gibi, ekonominin temel sektörlerini sürükleyen ve Batı ile mümessillik-finans ilişkisi içinde olan sermayeyi de, elindeki bürokratik silahlı güçle kontrol eder.
Ordu ve ekonomi: Türkiye örneği
Biliyorsunuz bir dış güvenlik unsuru olan ordunun, içeride ekonomiye bu denli bulaşması, holdingler, bankalar, finans kurumları kurması hatta kendi dışındaki bazı bankaları denetlemesi ve yönetmesi örneği bir de Türkiye’de vardır. Ancak ordu kaynaklı olarak tekelci sermayeyle ve onun finans-oligarşisi oluşturan ayağı ile organik olarak iç içe geçen bu güç, bizde son on yılda AK Parti hükümetleri’nde nispi de olsa gerilemiş, siyasi karar alma mekanizmalarından uzaklaştırılmıştır. Ancak İhvan’ın bunu yapacak zamanı ve gücü olmadı.
AK Parti’nin tarihi avantajları
Türkiye’de AK Parti Hükümetleri, geleneksel militarist sermayeyi ve onun yargı-ordu gibi çok önemli devlet kurumlarındaki yapılanmalarını geriletecek reformları öne çıkartacak süreçleri başlatırken, Batı bunlara ses çıkarmadığı gibi bunları destekledi de. Çünkü bundan on yıl önce, ortada bu denli keskin bir Avrupa krizi ve Ortadoğu’da da siyasi olarak demokratik meşruiyete doğru giden bir İslam uyanışı yoktu. Türkiye’nin, bütün bu sürecin sonunda, Almanya, Fransa gibi ülkelerle rekabet edecek bir sanayi potansiyeline ulaşma ihtimalini hiç görmediler. Merkez Avrupa’nın bu denli-siyasi ve ekonomik olarak- çökeceği hiç hesap edilmedi. Hatta Türkiye’nin, Kürt barışını sağlayıp, K.Irak’a geri döneceğini, hele Suriye iç savaşından sonra Lazkiye Limanı’nın İskenderun Limanı ile birleşip, Mısır, Tunus gibi ülkelerin eklenmesiyle Akdeniz’in yeniden, Türkiye üzerinden bir Doğu ticareti iç denizi olma ihtimalini on yıl önce görmediler. Şimdi Türkiye, TAP (Trans Adriyatik Boru Hattı) kesinleşmesiyle de, TANAP gibi projelerle, yalnız K.Irak enerji kaynaklarını toprakları içinden ticarileştirmiyor, Hazar-Şah Deniz kaynaklarını da, Rusya ve Almanya’ya rağmen Avrupa’ya götürüyor.
Batı, Gezi’yi de darbeyi de destekledi çünkü...Eğer ki Mursi, tıpkı 2008’de Türkiye’ye dayatıldığı gibi, IMF ile yola devam etseydi inanın bir sorun olmayacaktı. Tahrir’e halk toplanmasın diye yaklaşık 5 milyar dolar ekonomiye -uyuşturucu niyetine- akıtılacaktı. Enflasyon biraz inecek, işsizlik özellikle şikayet odağı olan genç ve beyaz yakalı işsizler iş bulacak ve Batı, İhvan’ı sonra da Mısır’ı yeniden teslim alacaktı. Bu Mısır için geçici bir nefesti şüphesiz. Ancak Mursi, kalıcı ve sahici olan yola girdi. Ama İhvan’ın, enerji kaynaklarını, K.Irak’ı denetleyen, Mısır’la birlikte Afrika pazarına ulaşma potansiyelini taşıyan Türkiye’yle birlikte yeni bir döneme adım atmasına izin vermek Batı için olacak şey değildi. İşte tam bu yüzden Gezi ile Mısır darbesi arasında tarihsel-ekonomik ve siyasi ilişki vardır. Batı, bir bütün olarak, her ikisini de desteklemiş ve 21. yüzyılda bir darbeye de arka çıkarak, kendi koyduğu demokrasi ilkelerini geminin güvertesinden aşağıya atmıştır.
Bundan sonrasıBundan sonrası, bir ekonomik savaş olduğu kadar siyasi yeni bir soğuk savaştır artık. Batı’nın 20. yüzyıldan kalan ve eski düzeni sürdürmek isteyen güçleri, 1095’ten beri ilk defa, yani Haçlı Seferleri’nden beri ilk defa, İslam üzerinden Doğu’yu bu kadar keskin bir şekilde karşısına alıyor. Bu İslam için de önemlidir ve belki de tarihi bir fırsattır. Buradan yeni bir dünya, yeni bir ekonomi ve yeni bir demokrasi çıkar.