Sömürgecilik döneminde, Hindistan’daki sömürge modeli, pek de önemsiz sayılabilecek bir takım farklarla, Mısır’a da uyarlanmış, Kahire, modern kolonyal şehirlerle aynı kaderi paylaşmıştı.
Mısır sömürgeleştirilmiş ve böylece Şarkiyatçılığın sömürgeleştirilme planlarında sadece teknik bilgi sağlayan bir ‘keşif’ olmadığı bir kez daha ispatlanmıştı.
Sömürgeleştirme operasyonlarında, Şarkiyatçılık ‘yalnızca Şark’ın dillerine, dini inançlarına ve yönetim biçimlerine ilişkin teknik bir bilgi sağlamakla kalmıyor, Şarklı’nın Avrupalı’nın zıddı olarak tasavvur edilmesini mümkün kılacak bir dizi mutlak farklılık da sunuyordu, Şark geri, irrasyonel ve düzensizdi ve dolayısıyla Avrupa’nın düzenine ve otoritesine muhtaçtı. (Timothy Mitchell-Mısır’ın Sömürgeleştirilmesi, İletişim Yayınları, sayfa: 282)
Batı’nın Doğu’ya hakimiyetinin sağlanması, Batı ve Doğu arasındaki ayrımın ilkesel kabulüne dayanıyordu.
1892’de Londra’da toplanan Şarkiyatçılık Kongresi’nin antropoloji bölümünün başkanı Prof. Tyler, açılış konuşmasında şöyle diyordu:
‘Bu Kongre’nin benimsediği geniş tanımla, Şark dünyası en uç sınırlarına ulaşmış oluyor. Bu dünya tüm Asya kıtasını içine alıp Mısır’la Afrika’ya, Türkiye ve Yunanistan’la da Avrupa’ya doğru uzanıyor. Birkaç bin İngiliz’in Hindistan, Afrika, Amerika ve Avustralya’daki milyonlarca insanı yönettiği düşüncesi insanı büyülüyor.’
Sömürgecilik dönemi kapandı ama Batı kendini bu büyüden bir türlü kurtaramadı.
Batı, Doğu’nun içinden yavaş yavaş uyanmakta olduğu kabusun bitmesini, Doğu’nun kendini yeniden keşfetmesini bugün de istemiyor.
Arap Baharı oysa Doğu’nun kendini sadece ‘milli zalimlerin’, ‘milli cellatların’ elinden değil, ama Şarkiyatçılığın pençesinden kurtarması anlamına da geliyordu.
İhvan hareketi ve manifesto
Mısır’ın Batı’yla yaşadığı yeni, tarihsel karşılaşmanın özü budur.
Doğu’nun Batı’yla karşılaşmasının merkezinde dün olduğu gibi bugün de Mısır ve İhvan Müslümin hareketi yer alıyor.
Sömürgeciliğe karşı direnişin tarihinde İhvan hareketinin yer alması ve bu hareketin sadece Mısır’ı değil, bütün Arap alemini derinden etkilemesi elbette bir tesadüf değildir.
İhvan 1924 yılında Halifeliğin kaldırılmasının ardından kuruldu. Halifeliğin kaldırılması İslam dünyasını bölmüş, ‘Modern İslamcılar’ Halifeliğin kaldırılmasına sevinirken geleneksel İslam’dan kopmayan ve İslam’ın ilk kuşağının özlemi içinde hareket eden İslami akımlar ise halifeliğin kaldırılmasını derin bir üzüntüyle karşılamışlardı.
El Benna, Halifeliğin kaldırılmasından dört yıl sonra, 1928 yılında Müslüman Kardeşler örgütünü kurdu. Mısırlı bir öğretmen olan Hasan El Benna (1906-1949) Mısır’da 1923 yılında kabul edilen ve belirli ölçülerde seküler bir dünyaya işaret eden anayasaya karşı çıkıyor ve halifeliğin kaldırılmasını kabul edilemez buluyordu.
Benna’nın kurduğu örgütün 7. yüzyıla dönüş anlamına gelen manifestosu şu sözlerle başlıyordu:
‘Allah maksadımız, Peygamber liderimiz, Kuran anayasamız, Cihat yolumuz ve Allahın davası yolunda ölmek en yüce ülkümüzdür.’
Kısa sürede geniş ve kitlesel bir güce ulaşan Müslüman Kardeşler’in nasıl bir örgüt olduğu sorusuna liderleri genellikle şu cevabı veriyorlardı:
‘Bir salafiya (gelenekselci) mesajı, bir Sunni yolu, bir sufi hakikati, bir siyasal örgüt, bir spor kulübü, bir ekonomik girişim ve bir toplumsal fikir.’
Yeni lider Nasır
El Benna ilk on yılda davayı savunacak kadrolar oluşturmaya adadı kendini. Oluşan bu kadrolar daha sonra mücadele hedeflerine Mısırlı modernleşmecileri ve komünistleri aldılar.
1945-1948 yılları arasında Müslüman kardeşler, solcuları hedef alan terör eylemlerine girişti. İsrail’in kurulmasından sonraya rastlayan bu dönemde, Mısır’daki Yahudi esnafa yönelik saldırılarda çok sayıda Yahudi hayatını kaybetti. Örgütü yasa dışı ilan eden Nukraşi Paşa, bir Müslüman kardeşler militanı tarafından öldürüldü. Örgüt liderleri ‘Ağız susarsa silahlar konuşur’ diye açıklama yapıyorlardı. Müslüman Kardeşler çok geçmeden yasa dışı ilan edildi ve lideri Hasan El Benna, bir yargısız infaz sonucu hayatını kaybetti.
Mısır’da askeri darbelerin ortaya çıkardığı liderler arasında geçmişte Müslüman Kardeşler örgütüyle ilişkileri olmuş liderler de vardı ve bu liderler arasında Nasır önemli bir yere sahipti. Nasır siyasi faaliyetlerine Özgür Subaylar içinde başlamış, Müslüman Kardeşlerle sürdürmüş ve ileri dönemlerde de sola sempati duyan bir lider olmuştu.
Özgür Subayların çoğu iyi bir eğitim almış kişilerden ve orta sınıflardan geliyorlardı.
1952 yılında Nasır Mısır’ın lideri oldu. Nasır iktidarının ilk yıllarında sol’dan uzak durmuş ama İhvan’la yakınlaşmıştı.
‘Nil’deki Hitler’ ve İngiltere
Millileştirme politikaları Nasır’ın Batı’yla arasının açılmasına sebep oldu.
İngiltere Başbakanı çok geçmeden, Nasır’ın ‘Nil’ deki Hitler’ olduğunu ilan etti.
Nasır döneminde, Mısır Arap milliyetçiliğinin merkezi haline gelmişti ama bu milliyetçilik yeni gelişen ve Mişel Eflak’ın kurduğu Baasçı sosyalizmin etkisi altındaydı ve bu durum İhvan’ı muhalefet etmeye zorluyordu. İhvan’la Nasır’ın arası açıldı, ve İhvan, 1964 yılında Nasır’a başarısızlıkla sonuçlanan üç suikast düzenledi. Nasırın cevabı sert oldu. Seyit Kutup ve İhvan liderleri idam edildi ve kitlesel tutuklamalar yapıldı.
Hasan El Benna’dan sonra İhvan’ın başına geçen Seyit Kutup uzlaşmayı reddeden, dürüst ve erdemli sade hayatı nedeniyle herkeste saygı uyandıran bir liderdi. Hapishanede tamamladığı kitabı olan Köşe Taşları yayınlandığında inanılmaz satış rakamlarına ulaştı. Bu kitap bugün de, İhvan mensuplarının ve başka İslami grupların başucu kitabıdır.
Kutsal kaynağa dönme beklentisi
Seyit Kutup gıpta edilecek bir Müslüman kuşak varsa, bu kuşağın ilk kuşak olduğunu söyler. Çünkü Seyit Kutup’a göre, onlar akıl ve ruh olarak yalın insanlardı. Kutup kitabında Hz. Ayşe’yle ilgili bir hadisten bir alıntı yapar. Son kocasının karakterini anlatması istendiğinde Ayşe’nin şöyle dediğini kaydeder: ‘Onun karakteri Kurandı.’
Seyit Kutub’a göre, Yunan, Roma ve Pers kültürleri bu dünyaya bakarken, ilk kuşak Müslümanlar sadece Kuran’a bağlı kalmışlardır. O halde cahiliye döneminin terk edilmesi ve yeniden kutsal kaynağa dönülmesi gerekir.
İslam dünyası başta Mısır olmak üzere, 7. Yüzyıldan bu yana hala kutsal kaynağa dönmeyi bekliyor.
Geldik bugüne..
Mısır’da sahnede yine İhvan yine ordu var.
Nasır döneminde orduya karşı yenilgiye uğrayan İhvan, çok ironik olsa gerek, şimdi aynı orduya karşı milyonlarca insanı sokaklara dökerek mücadele ediyor.
Şarkiyatçılık bilinmeden Batının darbeye darbe diyememesi nasıl ki anlaşılamayacaksa, İhvan hareketinin tarihi ve bu hareketin mensuplarının sahip olduğu oldukça trajik siyasi hafızanın bütün safhaları bilinmeden de, bugün Mısır’da olup bitenleri anlamak mümkün değildir.