2011 Baharı’nda Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından, ülkelerini yeniden inşa etmek isteyen pek çok Mısırlı Türkiye’yi model ilan etmişti. Bahsettikleri Türkiye, ılımlı İslamcılar tarafından yönetilen, günümüzün zengin ve görece demokratik Türkiye’siydi. Fakat geçtiğimiz hafta yaşananlar gösteriyor ki Mübarek’ten sonra iktidara gelen generallerin akıllarında başka bir Türkiye var: Derin Devlet Türkiye’si. Başlangıçta “devrim” örtüsü altına gizlenen ve demokrasiye geçiş sözü veren cunta, gerçek otoriteyi bırakmaya niyetli olmadığını ortaya koydu. Cunta yanlısı Yüksek Anayasa Mahkemesi tarafından bu hafta alınan üç karar, Mısır’ın bir dahaki emre kadar Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi cuntası ile, bürokrasi ve onun yargıdaki destekçileri tarafından yönetileceğini gösterdi.
İlk olarak Çarşamba günü Mahkeme tekrar bilfiil sıkı yönetim ilan ederek, güvenlik güçlerine Mübarek’in yönetiminde sahip oldukları keyfi tutuklama yapma hakkını geri verdi; yeni anayasa yürürlüğe girene dek... Bu da elbette zaman alabilir. Perşembe günü Mahkeme, demokratik olarak seçilen parlamentonun yaptığı ve eski hükümette görev yapanların seçimlere girmesini engelleyen yasaya itiraz etmekle kalmadı, meclisi dağıttı. Mübarek dönemi Başbakanı Ahmet Şefik, Cumartesi günü Müslüman Kardeşler’in Muhammed Morsi’sine karşı, güçleri asker tarafından belirlenmiş bir başbakanlık için seçime katılabilecek. Meclisin açıkça siyasi sebeplerden dolayı dağıtılması ise, yeni yasayı yazmak için görevlendirilen Anayasa Komisyonu’nu bir kenara atmış oldu.
Bu hafta sonu cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Fakat popüler bazı adayları keyfi biçimde diskalifiye eden yargı müdahalesi ve birçok Mısırlının eşit şekilde nefret ettiği iki aday arasında bir tercih yapma zorunluluğu, hem yürütme yetkisi hem de meşruiyetin eksik olacağını garantiliyor. Kim seçilirse seçilsin... Bu arada Mısır’da bir parlamento yok ve bir anayasa, veya bunun yazılması söz konusu değil. Mevcut durum askerin kontrolü olduğunu tasdikliyor.
Mübarek’in devrilmesi, bir devrimden çok saraya karşı yapılan bir darbeydi. Askeri cunta, Tahrir Meydanı’ndaki geniş çaplı gösterilere, diktatörlüğü kurtarmak üzere diktatörü indirerek cevap verdi ve muhalefetin etkisiz ve karışık durumunun da yardımıyla baskın bir konuma ulaştılar. Tahrir Meydanı’ndaki “devrim” bir lidere ve stratejiye sahip değildi; İslamcı partiler geniş tabanlı organizasyonlarını kullanarak yeni parlamentoda çoğunluk elde edince, marjinalize oldu. Liberal unsurların tek bir aday üzerinde anlaşamamaları, seçmenlerin desteğinin etkisini daha da hafifletince, seçmenlere Şefik ile Mursi arasında bir tercih yapmak kaldı. Bu pek çok kişinin boykot edip, kenarda kalmayı tercih etmesine sebep olabilir. Müslüman Kardeşler ve laik muhalefetin, sivil yönetime demokratik bir geçişi sağlayacak ortak bir program üzerinde anlaşamamaları, her iki tarafın da sonunu getirebilir.
Generaller doğrudan yönetmektense, ekonomiden hatırı sayılır bir pay alarak, ulusal güvenlikle ilgili konularda veto hakkı dahil olmak üzere genişleyen yetkilerine boyun eğecek uysal bir hükümeti tercih ediyorlar. Bu, Pakistan’dakine benzeyen bir model.
Ve bu hafta yaşananlar, İslamcılar’ı güçlendiren bir sivil demokrasiyi etkisiz kılmayı amaçlayan, saldırgan bir denemeye işaret ediyor. Yüksek yargıçlardan Ahmet el Zend, kendisinin temsil ettiği yargıçların gözetiminde demokratik olarak seçilen parlamentoya sert bir şekilde saldırdı ve meclisi “Mısır’a batan bir diken” olarak niteledi. Korkutucu olduğu kadar komik de olan açıklamasında El Zend, eğer parlamento seçimlerinin sonucunu öngörebilselerdi, seçimin gözetmeni olmayacaklarını söyledi.
Cuntanın kendine güveni, devrimcileri başarıyla hareketsiz kılabildikleri veya onları kitlelerden izole ederek, tehdit teşkil etmeyecekleri bir noktaya getirebildikleri inancına dayanıyor. Generaller; eski baskı yöntemlerini, muhalefetteki bölünmeleri ve nüfusun çoğunluğunun bu ekonomik olarak zarar veren karmaşayı sonlandırma arzusunu kullanmaktaki istekliliklerinin, devlete karşı Mübarek’i deviren cinsten yeni bir devrimi engelleyeceğini farzediyorlar. Fakat bu riskli bir bahis olabilir. Bir süre için böyle olsa da özünde yeniden, meşruiyeti olmayan bir rejimin kriz içindeki bir ekonomiyi ve toplumu yönettiği bir durumu ortaya çıkarıyor. Ve bu da, geçen sene yaşananların gösterdiği gibi, tahammül edilebilir değil.
*Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.