Mısır, Ortadoğu açısından geçmişte olduğu gibi bugün de son derece önemli bir ülke. Suudi Arabistan gibi Ortadoğu’daki iktidar mücadelelerinde mali gücüne güvenmemiş, İran ve İsrail’i kategorik birer düşman olarak tanımlamamış, ABD-SSCB rekabetini büyük ölçüde dengeleyebilmiş, genel olarak diplomasi ve diyalog yöntemini kullanmış. Üstelik Mısır, dış politikasını İran gibi Şiilik, Suudi Arabistan gibi Sünnilik üzerine oturtmamış, daha çok Ortadoğu-Afrika stratejik dengelerini gözeterek ‘Arap kimliği’ üzerinden hareket etmiş.
Bu geleneğin bugün de devam ettirilmesinden yana olanlar olduğu anlaşılıyor; ama öte yandan Mısır’ın kimlik ve politika değiştirmesinden yana olanlar da bulunuyor.
Mısır’ın dönüşüm süreci sonrasında kurulan yeni yapısı, Arap kimliği yerine İslami kimliğini önde tutan bir iktidar olduğunu gösteriyor. Sonuçta şaşılacak bir durum olmadığı söylenmeli; zira zaten yıllarca baskı altında tutulan bu kesim devrimde büyük rol oynadı ve çoğunluğun desteğini tam da bu nedenle sağladı.
Mısır’daki eski iktidarın sadece şimdi iktidarı elinde tutan kesimleri değil, toplumun ötekisi olan Nubyalıları ve Hıristiyanları da canından bezdirdiği hatırlatılmalı; yeni iktidar onların da onayını almıştı.
Derin Mısır bitmedi
İçeride bir önceki sistemden zarar görenlerin onayını alan her iktidarın, ikinci onayı uluslararası toplumdan alması gerekir. Mursi, başlangıç itibarıyla bu onayı almış görünen bir lider oldu. İran, Türkiye ve İsrail ile aynı anda konuşabilen, ABD, Rusya ve Çin ile ilişkileri eskisi gibi dengelemeye aday olan bir tablo ortaya koymuştu.
Bir yandan Gazze’ye sahip çıkıp bir yandan da İsrail ile müzakere yapıyor olması içeride fazlasıyla eleştirildi, eleştiriler devam ediyor. Ancak uluslararası dengeler açısından Mursi’nin varlığını sürdürmesi tam da bu dengeyi sağlayabilmesine bağlıydı; hala öyle. Fakat bir anda bir şeyler oldu ve Mursi’ye ‘yeni Firavun’ denmesine yol açacak bir süreç başladı. Kısacası Mursi, çoğulculuk yerine tekçilik tercihi yapıverdi ve bu durum pek de devrimin ruhuna uymuyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Mursi, bir dizi ikilem arasında kalmış.
Bu ikilemlerden birincisi, belki de devrim yapınca eski kadroların ve o zihniyeti taşıyanların buharlaşmamış olmasıyla ilgilidir. Yani Mursi’yi, Müslüman Kardeşleri ya da başka grupları eskisi gibi yok varsayacak güçler belki hala faaliyet halindedir ve bunlar da yargıda konuşlanmışlardır.
Dünya iyi izlenmedi
Bir diğer ikilem ise Gazze’de yaşanmış olmalı. ABD’nin Hamas-İsrail ilişkilerinin garantörü olarak Mısır’ı ilan etmesi; muhtemelen Mısır’ın kimyasını bozdu. Zira Gazze ile ilgili ABD’nin bir kaç önceliği bulunuyor. Bu bölgedeki İran etkisinin kırılması, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve El-Fetih ile Hamas’ın iki ayrı Filistin peşinde koşmak yerine tüm Filistinlilerin El-Fetih çizgisinde buluşması. Diğer bir ifadeyle artık ABD İslami referanslı siyasetten ‘ulus-devlet’ referanslı siyasete geçmiş durumda. Bu da Filistin’de önce Arap olmak anlamına geliyor.
İsrail’de karar alıcı olsaydım, İslami referanslı iktidarlar yerine çevremde ırk referanslı iktidarları tercih ederdim. Unutmayalım, tarihte Türkiye’de ne kadar ‘Türk siyaseti’ yapılmışsa hep o dönemlerde İsrail ile çok uyumlu olunmuş. Mursi, Mısır’ın konumunu Arap kimliğinden İslam kimliğine fazla kaydırmış olmalı ki, kendisine hata yaptırılacak bir ortama düşmüş.
Ne Mısır’ın ne de dünyanın yeni diktatörlere ihtiyacı olmadığı söylenmeli. Ne yazık ki Mısır’da iç dengelere verilen önem, dış dengelere dikkat etmenin önüne engel çıkarmış. Madem ki Mısır, ABD’nin bölgede güvendiği bir müttefik, o zaman Mısır’ın ABD’nin diğer müttefikleriyle de ilişkilerini düzenlemesi gerekirdi; Mısır Avrupa’yı unutmuş.