Mısır’da maalesef beklenen oldu ve Ordu bir katliamla darbe karşıtlarını dağıtmaya kalktı. Bu saldırının güçlü ipuçları vardı. Sisi’yi böylesine kanlı bir operasyondan alıkoyan ise Ramazan ayı ve Bayram’da böyle bir hareketin ters tepebileceği yönündeki endişeler ve Batı’dan gelen bazı uyarılardı. Yoksa, meydanları ne pahasına olursa olsun boşaltma kararı haftalar öncesinden alınmıştı.
Mısır’da darbe yönetiminin de, onu destekleyen iç ve dış aktörlerin de yapacakları konusunda hiçbir tereddütleri yok. Hedefleri Mısır’da Müslüman Kardeşleri ne pahasına olursa olsun iktidardan uzak tutmak. Bu doğrultuda katliam, işkence veya başka yöntemleri de göze almış durumdalar.
Bunları aslında daha önce de yazmıştık ve Müslüman Kardeşler’in kendisini yok ettirmeyecek bir dönüşüm ve uyum yeteneği geliştirmek zorunda olduğunun altını çizmiştik. Ne var ki İhvan sokakları sesini duyurabileceği tek araç olarak görüyor ve Mursi’nin serbest bırakılması dışında hiçbir seçeneğe sıcak bakmıyor.
Sert rüzgârlar
Bölgede ve kürede esen sert rüzgârları doğru okumak gerekir. Suriye’de ve Irak’ta hemen her gün onlarca, bazı günler yüzlerce insan ölüyor. Nijerya’dan Pakistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada her gün bombalar patlıyor, suikastlar gerçekleşiyor. Müslüman dünyada oluk oluk kan akıyor, iç savaş hazırlıkları yapılıyor, mevcut çatışmalar derinleştiriliyor. Batı ise bu durumdan hiç de rahatsız gibi durmuyor.
Batı’da neo-con ve diğer sağ gruplar başından beri İslam dünyasının kendi kendisine ‘ıslah olamayacağına’ inanıyor ve doğrudan müdahale edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. ABD’de Demokratlar, Avrupa’da ise sol gruplar bu tespitten kısmen ayrılıyorlar ve evrensel değerleri savunuyorlardı. Görünen o ki 11 Eylül sonrasının gelişmeleri Batı solunu da etkiledi ve Batı dünyası sağıyla, soluyla şiddetin ve terörün nedeni olarak İslam öğretilerini görür hale geldi. Bu noktada hala yöntem tartışmaları yaşansa da Batı’da Müslümanlara karşı sert bir blok oluşmuş durumda.
Batı’nın ‘yeni’ İslam anlayışı aslında çağlar öncesinden kök alıyor ve kendi anlayışlarına göre İslam’ın ıslah edilemeyeceği düşüncesine dayanıyor. Bu durumda topyekûn mücadele veya hasmı kendi içinde çarpıştırmak tek çare olarak kalıyor. Maalesef Batı dünyası Ortadoğu’da hızla bu anlayışı uygulamaya geçiriyor. Batı, kontrol altına alamadığı İslami hareketleri iktidardan uzak tutmaya çalışıyor... Eğer bunu da yapamazsa iç çatışmalardan çekinmiyor. Bu konuda bölge ülkelerinin iç aktörleri ise çoğu zaman Batı’dan daha hevesli görünüyor.
Mısır’daki katliamlara ve Suriye’ye Batı’nın tavrı bunun açık kanıtıdır. Kısacası, artık Ortadoğu’da Batı için demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerler ilk sıralarda söylem düzeyinde bile yer almıyor.
Medeniyetler çatışması mı?
Hepsinden önemlisi, yaşananlar yeni bir Doğu-Batı soğuk savaşını, bir tür medeniyetler çatışmasını hazırlıyor. Türkiye bu ortamda kendine has özellikleriyle şahsına münhasır (biricik) bir ülke. Türkiye’nin Müslüman gruplar arasında ve Doğu-Batı arasında çok özel bir yeri var. Bu özellikleri Türkiye’ye bazı misyonlar da yüklüyor.
Ülke olarak çatışmaların tam göbeğine oturmaktan bilhassa kaçınmamız ve tüm grupları sakinleştirme ve arabulma misyonumuzu yerine getirmemiz tarihi bir sorumluluk aslında. Bu bağlamda gelinen noktada haklı-haksız ayrımının ötesine geçebilecek bir üst akıl oluşturulmasına acilen ihtiyaç var. O akıl ise belki de sadece Türkiye tarafından oluşturulabilir. Aksi halde sürüklenme korkarım ki artarak devam edecektir.