Bugün birinci başlığımız Suriye. Önceki gün itibarıyla İngiliz basınında Suriye konusunda yeni bir ‘plan’dan söz ediliyor. Guardian’ın haberinden özetleyeyim.
‘G20 zirvesinde, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, şimdi, Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ı Suriye’yle ilgili bir ‘kontak grubu’ oluşturma planını değiştirmesi için ikna etmeye çalışacak. Clinton bunun yerine ona, Yemen modelinde olduğu gibi geçiş için bir konferansa ev sahipliği yapmasını önerecek. İsviçre’de düzenlenmesi planlanan konferansa Suriye hükümetinin temsilcileri, muhalefetin önde gelen isimleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş üyesi ve bölgede kilit önemdeki Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin katılması isteniyor. Rusya, İran’ın da katılabilmesi için baskı yapıyor.’
Şu dakika itibarıyla, özellikle Mısır’da olup biteni de dikkate alan uluslararası sistemin, Suriye’de Müslüman Kardeşler iktidarı yerine, eline kan bulaşmamış yeni bir Esad aradıklarını söylemek mümkün. Zaten başından itibaren süreci tıkayan ve kimilerinin çığlık çığlığa talep ettiği dış müdahaleyi imkansız kılan da bir Müslüman Kardeşler iktidarının Batı açısından öngörülemez oluşuydu.
Şöyle söylemek herhalde ufuk açıcı olabilir. Değişim diye ortalığı ayağa kaldıran uluslararası sistem, Şam’da kendi kontrolünden çıkma ihtimali olan bir yeni siyasi yapıya geçit vermemek için hesap yapıyor.
***
Gelelim ikinci başlığımıza, yani Mısır’a. Malum, Mısır’da seçimlerin ikinci turu tamamlandı. Ama sonuçlar bir türlü açıklanamıyor. Hem Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi, hem de eski rejimin (acaba gerçekten eski mi?) adayı Ahmet Şefik’in taraftarları seçimleri kazandıklarını ilan ediyorlar. Ancak ortada resmi sonuç yok. Hüsnü Mübarek’in ‘beyin ölümü’nün gerçekleşmesi de işin tuzu biberi oldu.
Seçim sonuçları açıklanmasa da ortaya çıkan tablo bize çok şey söylüyor aslında. Neredeyse asırlık bir siyasi hareket olan Müslüman Kardeşler’in, Mısır’da beklendiği kadar geniş bir toplumsal mutabakat sağlayamadığını tespit etmekte yarar var. Türkiye’deki AK Parti tecrübesiyle Mısır’daki İhvan’ı karşılaştıranlar, en azından tarihsel süreci doğru okumalı. Sözgelimi Türkiye’de Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve RP-FP’nin yerel yönetimlerdeki iktidar tecrübeleri yaşanmasıydı, bugün 10 yıldır devam eden AK Parti/Tayyip Erdoğan dönemini yakalamak mümkün olabilir miydi?
Olsun istediğim ve pek matah bir şey saydığım için söylemiyorum. Ama başından beri Mısır’ın kendi ‘Turgut Özal’ını aradığına dikkat çekiyorum. Aynı zamanda yeni bir ekonomik modeli, aynı zamanda askeri rejimin gölgesinde gerçekleşecek bir değişimi. Bize hiç yabancı sayılmaz değil mi bu hikaye!
***
Gerçek şu ki, Mısır’da Nevzat Tandoğan’lar tüm gücüyle işbaşında ve bu ülkedeki değişim sürecini kontrol altında tutmaktan vazgeçmiyorlar. İhvan başta olmak üzere mevcut siyasi hareketlerin, onların bu gücünü kıracak bir derinliğe ulaşamadığı apaçık ortada.
Şimdi, ya Mursi’nin kazandığı ilan edilip, İhvan’la ‘derin Mısır’ arasındaki pazarlık sürecini izleyeceğiz. Bunun kolay olduğunu hiç sanmıyorum. Ya da Ahmet Şefik ilan edilecek, Tahrir yeniden kaynayacak. Eninde sonunda bu iki senaryonun yeni bir seçimle noktalanacağını söylemek herhalde abartılı olmaz.
Arap Baharı ya da ayaklanmaları, bu ülkelerde kök salmış derin yapıların sanıldığından çok daha güçlü olduğunu; başka bir ifadeyle bu yapıların yerine iktidar adayı olanların, alması gereken daha çok mesafe olduğunu bize gösterdi.
Bu sadece Şam’ın ya da Kahire’nin hikayesi değil, hepimizi yakından ilgilendiren bir büyük yolculuk. Daha dikkatle izleyelim. Şaşırtıcı benzerlikler bulacağımızdan eminim.