Biz, çok okuduk, Necip Fazıl’ı, Sezai Karakoç’u, Nuri Pakdil’i, Nurettin Topçu’yu, İsmet Özel’i, Rasim Özdenören’i ve daha pek çok ‘öğretmen’imizi...
Bunların hiçbiri, bize, bir ‘kompleks’ aşılamadı. Özgürdük, okuyorduk.
Sağımızda Risale-i Nur, solumuzda Elmalılı, önümüzde Mehmet Akif...
Ama, Oğuz Atay’ı da okuduk, Nazım Hikmet’i de, Yaşar Kemal’i de, Tanpınar’ı da. Ahmet Günbay Yıldız’ı bile ihmal etmedik.
Sartre’a da, Marquez’e, Haideger’e de ulaştık. Dostovyeski, Balzac, Çehov, hepsi. Emin Maluf’a kadar geldik.
Bir büyük penceremiz daha vardı.
Mevdudi, Malik Binnebi, Şeriati, Mutahhari, Sıddıki, Sufi, hatta Said Havva...
Bu falan tarikattandır, bu filan meşreptendir, bu filan mezheptendir, ötekinin dini, imanı şöyledir demedik. ‘Sıfır kompleks’le okuduk, alacağımızı aldık, almayacağımızı almadık.
Bir büyük kapımız daha vardı. Muhteşem adamlar. Onların ülkesi, Mısır.
Önce, Musa ve Firavun’du Mısır. Annemizden, babamızdan, dedemizden, hocamızdan bunu işittik.
Sonra, okulda, coğrafya dersinde Nil, tarih dersinde Ramses.
Sonra, Fuzuli’den, ‘Geda-yı kuyun olmak, Mısr’a sultan olmadan yeğdir.’
(Sevgilinin köyünün dilencisi olmak, Mısır’a sultan olmaktan yeğdir...)
Ardından, çocuk yaşta, Arap-İsrail savaşı. Türklere, ‘Koca Arap alemi, 2,5 milyonluk İsrail’in hakkından gelemedi’ dedirten, dünya çilemizin bir parçası haline gelen savaşlar.
(Bu lafa çocukken bile beri canım sıkılırdı, neden Arap alemi başetmek zorunda olsun? Arap olmayan müslümanların eli armut mu topluyor? Neden Araplar yenilmiş olsun, Alman yenilince yenilmiş sayılıyoruz da, Araplar yenilince neden biz de yenilmiş sayılmıyoruz?)
O ‘muhteşem adamlar’ın adını, işte o çağlarda, 70’lerde işitmeye başladık. Yaşımız öyle elveriyordu.
Seyyid Kutub. İki seçenek sunuldu ona. Nasır’dan özür dilemek ya da ölmek. Ölmeyi seçti. Bütün Mısır adına, bütün müslümanlar adına, öldü.
Ve Hasan el-Benna... O da, mücahedesiyle hayat verdi Mısır’a... Sonra, hayatını verdi. Seyyid Kutub gibi şehid oldu.
Bana sorarsanız, Mısır’a hizmetleri Nil’den daha fazladır.
Sonra geçti zaman.
Mısır, İsrail’le uzlaştı.
Uçsuz bucaksız Mısır, dünya müslümanları açısından ‘uçsuz bucaksız bir boşluk’ haline geldi. Bütün iyi şeyleri yutan, kötü şeyleri biriktiren bir ‘kara delik!’
Filistinliler’in önünde korkunç bir duvar. İsrail’in Filistin şehirlerinin etrafına ördüğü utanç duvarından daha suratsız ve bin kere daha ayıp bir duvar.
Müslümanlara ait bütün hassasiyetlerin önünde de anlamsız, renksiz, kişiliksiz, saçma sapan bir ecnebilik!
Hani Arap Baharı var ya.
Mısır ordusunun gözetiminde icra edilen Tahrir ayaklanması.
Emperyalizmin, BOP’un örgütlediği işler. Ben bile yazmıştım, ‘BOP Kokusu’ diye.
Bana tipik bir ‘tüp devrim’ gibi geliyordu. Olur muydu, askere karşı askerin gözetiminde devrim? Tüpte döllenmiş ve kuvözde yaşatılmış bir devrim?
O devrim, değiştirdi Mısır’ı. Nasıl değiştirdiyse değiştirdi.
Mursi, tabir caizse, ‘adam’ çıktı.
Milletin üzerine çöreklenmiş askeri yönetimi makul bir zemine çekti. Diyorlar ki 70 kadar generalin görevine son verdi.
Bitti mi işler? Yok, hiç bitmedi. Yapılacak daha çok şey var. Belki de yapılması onyıllar sürecek. Ama bir adım attı, büyük bir adım.
Geçen hafta, Başbakan Erdoğan’ın ziyareti dolayısıyla Mısır’daydık.
Gördük, artık Mısır, Filistinliler’in önünde suratsız bir duvar değil. İsrail bomba yağdırırken Gazze’ye gitti Mısır Başbakanı. Bu bile, devrimin gerçek bir devrim olma yolunda ilerlediğinin bir göstergesi.
Başbakan Erdoğan’ın, yabancı bir ülkenin başbakanı gibi değil, büyük bir dost gibi karşılandığını gözlerimizle gördük.
Sevgiyi ve heyecanı gördük.
Ortadoğu’nun rengi değişti yeni Mısır’la. Tadı değişti. Rayihası değişti.
Evet, henüz işin çok başındalar, direniyor askeri ve sivil bürokrasi.
Yan gelip yatmaya alışmış, ‘tamam, tamam’ deyip hiçbir iş yapmamaya, hiçbir sorumluluk almamaya alışmış Mısır’a, elini taşın altına koymak zor geliyor.
Ama değişiyor. Ve iyi oldu. Kim ne derse desin, emperyalistler yaptıysa bile iyi oldu Mısır devrimi.
Geçen hafta, hiçbir yere gidemedik Kahire’de. Toplantı salonlarında, otel lobilerinde geçti iki gün. Ne ehramlar, ne Han el-Halili...
Buna rağmen, geçen hafta gördüğüm Kahire, geçen yıl gördüğüm Kahire’den çok daha güzeldi.
Ya da şöyle diyeyim: 60’lardan beri az-çok izliyorum, böyle güzel Mısır görmedim.
Allah’a şükür!
***
Not: Ayaküstü tanıştığımız Türk işadamları, Atilla Ataseven ve Ahmet Toy’la tanışmak, güzel bir armağan yerine geçti benim için. Gözlemleri çok değerliydi. Dostlukları da... Selam ediyorum.