Cuma gününden bu yana radyolarda, televizyonlarda, web sayfalarında ve tabii ki gazetelerde Suriye tarafından düşürülen uçağın niteliği, görev tanımı ve Türkiye’nin neler yapabileceği üstünde çok şey söylendi. Kimi Ruslardan, kimi İsraillilerden şüphelendi. Açıkça söylenmese de olayı Amerikan komplosu olarak görenler bile çıktı.
Eleştirilerden dış politikanın yapılış biçimi de nasibini aldı. Çoğu yorumcu hükümete itidal tavsiye etse de için için misilleme yapılmasını arzuladığını hissettirdi. Eğer akıllardaki komplolar olmasaydı, uçağımızın düşürülmesine karşılık Suriye’ye askeri müeyyide uygulanması pek çokları tarafından açıkça istenirdi.
***
Ama görünen o ki açık ya da gizli misilleme isteyenler hayal kırıklığına uğrayacak, hükümet itidal ve hukuk yolundan sapmayacak, Türkiye’yi savaşa sürüklemeyecek. Dışişleri Bakanı’nın Pazar sabahı TRT’ye verdiği mülakatta uluslararası hukuku vurgulaması bunun göstergesi.
Dikkat ettiyseniz Davutoğlu BM Güvenlik Konseyi’ne gideceğiz dedi, biz Suriye’ye tek başımıza haddini bildireceğiz demedi. Türkiye’nin NATO’yu Washington Antlaşması’nın yaptırımı öngören 5. Maddesi çerçevesinde değil istişare içeren 4. Maddesi çerçevesinde toplantıya çağırdığını söyledi.
Bence kimse bugün Başbakan Erdoğan’ın yapacağı konuşmada askeri yaptırım aramasın. Türkiye, diplomatik yöntemlerle halledebileceği bir şeyi askeri yöntemlerle çözmeye kalkmaz, kalkmamalıdır da. İsrail ile yaşanan Mavi Marmara gerilimi sonrasında da gördüğümüz gibi Türkiye hakkını meşru yollardan arar ve aramalıdır.
Meşru yöntem BM Güvenlik Konseyi’dir. Çözüm orada çıkmazsa haklarını korumanın yöntemi diplomatik ve ekonomik yaptırım uygulamaktır. Gerekirse sorunu hukukileştirmektir. Askeri yöntem ancak ve ancak son çare olarak düşünülmeli, askeri tedbir alınması gerektiğinde Türkiye müttefikleri ile birlikte hareket etmelidir.
Bazı kanaat önderlerinin öngördüğü askeri misilleme yöntemi sorunu çözmez tam tersine derinleştirir. Türkiye isterse tabii ki gidip Suriye’nin askeri tesislerini vurabilir. Eylemini orantısal tutmaya da çalışabilir. Ama böylesi bir saldırı hiç bir siyasi amaca hizmet etmez, sadece Türkiye’yi anlamsız bir savaşa sürükler.
Oysa Türkiye istediğini diplomatik baskıyla da elde edebilir. Kan dökmesine ve kanının dökülmesine gerek kalmadan da sorununu çözebilir. Bu saldırıyı Baas rejimine karşı uyguladığı siyasetin aracı haline getirebilir. Meşruiyet zemininden sapmadığı sürece müttefiklerini de, Arap dünyasındaki dostlarını da yanında bulur.
Ayrıca, Türkiye’nin askeri, ekonomik ve diplomatik imkanları da sonsuz değildir. Amerika’nın yapmak istemediği bir müdahaleyi Türkiye yapamaz. Yaparsa ağır bedel öder. Doğrudur, Türkiye bölgesinin en güçlü devletlerinden biridir, ancak etkisi gücünü test etmeye kalkmadığı sürece hissedilir. Test etmeye kalktığında zorlanması, başarısız olması olasılığı yüksektir.
***
Hükümetin dış politikasını sevsek de sevmesek de kabul edelim ki en büyük başarısı ihtiyatlı hareket etmesi, böylesi kriz anlarında ülkeyi maceraya sürüklememesidir. Bunda arkasına aldığı yüzde 50’lik halk desteği kadar, Davutoğlu’nun uyguladığı politikanın içsel tutarlığının da payı var.
Türkiye, Mavi Marmara müdahalesi sonrasında da, Libya müdahalesi sırasında da, bu krizde de aynı tutarlılığı ve özgüveni sergilemiştir. Zor anlarda zafiyet gösterip kolay yolu seçmemiş, üstelik elde ettiği bilgilerin önemli bir kısmını da halkıyla paylaşmıştır.
Umarız Hükümet aynı tutarlılık ve kararlılıkla siyasetini sürdürür. Bu krizi de yönetir. Ama hepsinden önemlisi krizden kendisi için gereken dersleri de çıkartır, varsa hatasını sorgular. Kendine yine güvenir, ama gücünü ve etkisini abartmaması gerektiğini görür.