Siyaset zihinleri sınırlar. Eğer hayatı ve dünyayı farklı bakış ve boyutlarla kavramayı denemezseniz, sizi kupkuru bir dünyaya mahkum eder.
Türkiye’de konuşulan her konu, ele alınan yahut çözülmek istenen her sorun, ısrarla ve inatla siyasetin sınırlarında geziniyor. Tam da bu nedenle Türkiye’nin son yıllarda giderek artan ve bölgede farklı tepkiler oluşturan ilgilerini anlamak zorlaşıyor.
Eğer yaşadığımız ülkeyi sadece siyasi sınırlarından ibaret görüyor, ufkumuzu, gelecek tasavvurumuzu bunlar üzerinden şekillendiriyorsak; bugün karşımıza çıkan manzaranın bizi ürkütmemesi mümkün değil.
Oysa, tam da bulunduğumuz coğrafyanın kaderi, bize siyasi sınırların değil, doğal sınırların esas olduğunu, kendisini kağıt üzerinde sınırlayanların küçülmeye mahkum olduğunu söylüyor.
İsrail Türkiye’den özür diledi. Bunun ne anlama geldiğini tartışmak, perde arkasını görmeye çalışmak, elbette son derece normal. Hatta bir adım ileri gidersek, kuşku duymak ve endişe etmek, tüm bunlar üzerine kafa yormak da aynı düzeyde normal sayılabilir.
Ancak bu bakış açısını deyim yerindeyse bir paranoyaya dönüştürmek, olup biteni sadece ve sadece bu kalıplar üzerinden anlamaya çalışmak, sağlıklı bir ruh hali olmasa gerek.
Bunun başlı başına bir özgüven sorunu olduğunu ve az önce ifade etmeye çalıştığım siyasetle sınırlı zihin dünyalarında yaşama şansı bulunduğunu da ifade etmekte yarar var. İmparatorluk sonrası sadece topraklarınız küçülmüyor; aynı zamanda algılarınız, dünyaya bakışınız ve gelecekle ilgili umutlarınız da daralıp köreliyor.
Şu günlerde tartıştığımız ve gündemi meşgul eden her başlık, bir tarafıyla bu daralmanın getirdiği sıkıntılarla büyüyüp kabarıyor. Türkiye’nin attığı her adımı siyasi sınırlarını kaybetme tehdidiyle algılayan yaklaşım, bu adımların daha geniş bir alanda güç ve etkinlik kazanma ihtimalini aklına bile getirmiyor.
O yüzden siyasetten entelektüel hayata kadar geniş bir alanda korku üretmek hala geçerli ve matah bir iş sayılıyor. Terör, Kürt sorunu, bölgesel gelişmeler, Suriye politikamızın nereye gideceği üzerinde kafa yoranların yazık ki hatırı sayılır bir bölümü, tüm bu gelişmelerin eninde sonunda Türkiye’yi güçsüzleştireceğini, hatta böleceğini öngörüyor.
***
Ne Türkiye bölünecek, ne de yarın bugünden daha güçsüz bir ülke olacağız. En açık ifadesiyle, bu bölgede Ankara’nın hesaba katılmadığı, dikkate alınmadığı hiçbir gelişme olmayacak.
İsrail’in özrü karşısında bunun ardında başka hesaplar var diye düşünenlerle, Kürt sorununda gelinen aşamayı tedirginlikle takip edenler arasında önemli bir fark yok.
Unutmadan, bu meselenin sıradan bir Misakı Milli tartışması ya da arayışı olmadığını da özellikle tespit etmek gerekiyor. Olup biteni sadece geçmişe ait bir hesaplaşmanın uzantısı gibi görmek, hayli sıradan bir yaklaşım.
Kuşkusuz bu coğrafyanın kendi kaderinde bir akışı ve gideceği bir yer var. Yine kuşku yok ki bugün kavga ediyor gibi görünen pek çok unsur, bu kaderin çatısı altında bir arada yaşamaya mecbur ve mahkum.
Türkiye doğru okumalar yapıyor, aynı zamanda sık sık yol kazalarına uğruyor, tökezliyor. Doğru okumaları, doğru araçlarla donatmayı başardığı anda, bugün tartıştığımız ve korku ürettiğimiz her şey anlamsız hale gelecek.