Cezaevlerindeki KCK’lıların başlattığı açlık grevine ilişkin iki yönlü tartışma sürüyor. Kamuoyu bir yandan, “terör örgütünün, silahlı terörle ulaşamadığı siyasi hedeflere militanlarını intihara sürükleyerek, devlete şantaj yaparak ulaşmaya çalışmasına” tepki gösteriyor; diğer yanda da “insanların göz göre göre ölüme gidişini” izlemek istemiyor. Ancak, örgütün ‘kamuoyu vicdanı’nı istismar ederek amaçlarına ulaşmasına da kimse razı değil.
Gelinen noktada, örgüt, “açlık grevlerinin sadece insani-vicdani boyutta tartışılması” hedefine ulaşamadı. Kamuoyundaki hakim kanaat, “Açlık grevindekiler, cezaevi şartları ya da kişisel ihtiyaçlarına yönelik olumsuzluklara karşı değil, sadece Abdullah Öcalan’ı İmralı’dan çıkarma hedefiyle örgüt tarafından zorlanıyor” yönünde. Bu kanaat, BDP’nin “Hedef Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gitmesi değil, Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan çıkmasıdır” açıklamasıyla perçinlendi.
Ancak bu, elbette olayın insani boyutunun ciddiye alınmadığı anlamına gelmiyor.
Açlık grevindekilere aile hekimi bakıyor
Cezaevlerinde açlık grevi mi var, ölüm orucu mu? Bunlar aynı anlama mı geliyor? Grevdeki tutuklu ve hükümlülerin sayısı ve sağlık durumu nedir, nasıl izleniyorlar? Gerekli sağlık hizmetlerini alıyorlar mı?
Bu konudaki araştırma ve görüşmelerimin özeti şöyle:
- Açlık grevi-ölüm orucu konusunda da bir kavram kargaşası var. Ölüm orucuna giren kişi ‘hiçbir şey yemeden, içmeden” ölümü bekliyor. Açlık grevindekiler ise “yeterli miktarda sıvı, şeker, reçel, bal gibi enerji kaynağı ile hayatta kalmak için gerekli vitaminleri” alarak eylemlerini sürdürüyor.
- Açlık grevleri 12 Eylül’de 987 kişiyle başladı. Aradan geçen 51 günde vazgeçenler ve yeni katılanlar oldu. Ancak sayı azalarak 684 kişiye düştü.
- İlk gün açlık grevine başlayanlardan sadece 100’ü devam ettiriyor.
- Doğrudan ‘ölüm orucu’na başlayan iki kişi vardı, ancak bıraktılar. Dolayısıyla, 49. gün itibariyle ölüm orucunda olan kimse yok.
- Açlık grevindekilerin sağlık takibi için Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı işbirliği yapıyor. Sağlık kontrolleri cezaevi doktorları tarafından değil, cezaevlerinin bulunduğu bölgeden sorumlu Aile Hekimliği tarafından yapılıyor. Aile hekimleri, her gün bu kişilerle görüşüyor, muayene ediyor, nabız, tansiyon, kilo gibi ölçümlerini yapıyorlar.
- Türk Tabipler Birliği’nin de ilgilenme talebi olduğunu öğrendim. Ancak, aile hekimleri de zaten Tabipler Birliği üyesi olduğundan, buna gerek duyulmadı.
- Halen açlık grevindekiler arasında sağlık durumu kritik düzeye gelmiş kimse yok. Yetkililer de bu aşamaya gelmeden grevin bitmesini arzuluyorlar.
Malta Bildirgesi ne diyor?
Bu aşamada gündeme getirilen ‘Malta Bildirgesi’ne de bakalım. 1991 tarihli Bildirge, doktorların açlık grevindekilerle ilişkisinin etik kurallarını içeriyor. Özetle diyor ki:
- Açlık grevindekilerin zorla beslenmesi yasaktır.
- Açlık grevini sürdüren kişiyi izleyen doktor artık o kişinin hekimidir.
- Hekim, açlık grevindeki kişinin isteği dışında beslenmesine izin veremez.
- Ancak açlık nedeniyle kişinin bilinci kapandığında beslenmesi veya ölümüne izin verilmesi hekimin vicdani kararına bağlıdır.
Hekimlerin bu konuda ‘hayattan yana’ karar verdiği biliniyor. TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi Prof. Şükrü Hatun’un deyimiyle, “Hiçbir hekimin gözünün önünde bir insanın ölmesini seyretmeyeceği söylenebilir ve bu söylenmelidir.”
Malta Bildirgesi’nin açlık grevi tanımı “kişinin özgür iradesiyle” karar vermesini şart koşuyor. 5. maddesi ise “örgüt baskısı”nı önlemeye yönelik: “Açlık grevi yapan kişi baskı altında tutulabileceği ortamlardan korunmalıdır. Bu durum onun diğer açlık grevi yapanlardan ayrılmasını da gerektirebilir.”