Bu hafta, şimdiden ‘Türkiye tarihinde önemli günler’ arşivindeki yerini aldı. Bu hafta 12 Eylül cuntacılarını yargılamaya başladık. Ortaya çıkan tablo ‘bizi’ anlatıyordu. Ama bu tablonun Türkiye’yle sınırlı olmayan tarihsel geçmişi var.
Yirminci yüzyılın faşizmini insanlık ancak temizlemeye çalışıyor. İkinci savaş bittiğinde Nazi Almanyası yenilmişti ama Almanya’nın yenilgisi faşizmin bittiği anlamına gelmiyordu. İtalya ve Almanya’nın dışında faşizm, İspanya, Portekiz, Yunanistan’da -fiziki ve/veya ideolojik olarak- seksenlere değin ayakta kaldı. Ama dünyanın yoksul ülkelerinde de faşizm, askeri darbeler ve askerlere yaslanan oligarşik yönetimlerle devam etti. Böyle olunca bütün bu süreçte, -yani neredeyse bütün bir 20. yüzyıl- faşizm değişik biçimlerde ve ideojilerle var oldu. Bu ideolojiler, genellikle modernist, ulusalcı -seküler- popülist bir veçhe ile kendisini gösterdi. Örneğin, Arjantin’deki Peronizm tam da böyle bir siyasi iktidardır. Peronizm’in 1946-55 arası ve 1973-74 arası uygulamaları ve ideolojisini Arjantin askeri cuntası takip etmiştir. Yine İspanya’daki Franko dönemi Falanjizmi, Portekiz’deki Salazar döneminin Estado Novo anlayışı (Yeni Devlet) demagojik-popülist devletçi ideolojilere dayanırlar. Alman faşizminin devletçi, tek tip-tek ulusçu baskıcı zoru ve İtalyan faşizminin korporatist-ulusalcı yanları bütün bu faşizmlerde ortaktır.
Peki, Alman ve İtalyan deneyimlerine rağmen, Avrupa’da, neredeyse seksenlerin başına değin, tüm dünyada da 21. yüzyılın başına değin, bu ırkçı-insanlık düşmanı ideoloji nasıl ayakta kalmıştır. Bu sorunun yanıtı çok nettir; popülist-milliyetçi bir ideolojiyi hem sağ hem de sol tarafta inşa ederek. Merkez Avrupa ve Britanya, sol tarafı, 2. Savaş sonrası, ‘sosyal-demokrasiye’ sosyal refah devleti çerçevesinde devretti; ancak güney bunu yapamadı. Ve kaçınılmaz olarak ya uydurma devletçi bir sosyal demokrasi biçimiyle (Türkiye, Arjantin) ya da militarist devletçilikle (İspanya, Portekiz, Yunanistan hatta Japonya) faşizmin ideolojisini ‘sol’ ve sağ olarak çeşitlendirdi ve topluma mal etti. Tabii şunu hemen belirtelim ki; Türkiye, dünyada faşizmden yakasını son kurtaran -hatta kurtarmaya çalışan- ülkelerden birisidir. Tabii ki faşizmi yalnızca, Alman ve İtalyan deneyimleriyle sınırlayan siyaset teorileri var. Ama ben böyle düşünmüyorum; bana göre Estado Novo’da, Peronizm’de, Kemalizm’de faşizmdir. Bu anlamda, ‘Kemalist Türkiye’den faşist İtalya’ya selam’ manşeti diplomatik değildir, ortak bir ideolojinin paylaşımıdır.
Şimdi böyle olunca, Türkiye’deki ‘sol’un halini de anlayabiliyoruz. Dün Roni Margulies; çok eğlenceli olan yazısında Türkiye’de sol, dünya görüşünü Marx’tan değil, Mustafa Kemal’den aldığı için sol değil diyor; ama bu ‘sol’ ideolojisini M. Kemal’den alıyorsa bunlara, yalnız sol değil demek, yeterli mi?
Ama ne olursa olsun, bu dava bir dönemi bitirdi. Şimdi bunu anlatmalıyız; bilgiye dönüştürmeliyiz. Sanat ve bilimle anlatmalıyız ki buradan yeni bir toplumun korkusuz iradesi, anlatısı çıksın.
Köşk’e bir öneri...
İspanya’da Picasso bütün bir Franko dönemini bir tabloda anlatmıştır. (Belki de kübizmi bunun için geliştirdi Picasso) Örneğin bir 12 Eylül resmi için, Ankara’daki duruşma salonu, adliyenin önü ve orada bekleyen analar, eşler, kardeşler, acılı insanlar, onların ta 32 yıl öncesinin acılarını taşıyan çizgileri, kaderleri, hâlâ başlarına geleni anlamaya çalışan şaşkınlıkları, ne müthiş malzemeydi. Umarım bunu anlatan bir ressam çıkar. Burada bunun için beni umutlandıran bir şey var: Bu sene Cumhurbaşkanlığı, yağlı boya portresi olmayan cumhurbaşkanlarının portrelerini yaptırmak için Mimar Sinan Üniversitesi’ne başvurmuş; cevap gelmiş: ‘Tabii, ama bir tek Kenan Evren’i yapmayız. Bizden mezun olan hiç kimse de yapmaz’
Şimdi ben Kenan Evren tablosu yerine Köşk’e Berfo Ana’nın acılı gözlerinin tablosunun konmasını öneriyorum. Ve biz Kenan Evren’in tablosunu yapmayız diyen Mimar Sinan Üniversitesi’nden Burçin Erdi’nin gelecek günleri anlatan ‘İlkbahar’ tablosunu bu yazıya iliştiriyorum. Burçin Erdi, hem Türkiye’de hem de İspanya’da sergi açan ve bize geleceği anlatan ressamlarımızdan. Umarım bu iki toplumun ortak acılarını ve geleceği onun resimlerinde görmeye devam ederiz.