Daha çok liberal-sol kesimden aydınların yayımladığı bildirileri görmeye alışkınız. Bu kesimin hazırladığı bildirilere zaman zaman İslamcı aydınlar da imzalarıyla katılıp destek verirler. Ama milliyetçi aydınların siyasi ve sosyal gelişmelere dair ortak görüşlerini bu şekilde kamuoyu ile paylaşmaları nadir görülen bir durum.
Her birinin duruş ve görüşleri genişçe bir yelpazeye yayılmakla birlikte genel olarak milliyetçi eğilime sahip diyebileceğimiz bir grup aydının yayımladığı “Türk Milletine Çağrı” bildirisinden söz ediyorum.
Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Prof. Dr. Bican Ercilasun, Prof. Dr. Ümit Özdağ, Prof. Dr. İskender Öksüz ve Sadi Somuncuoğlu’ndan oluşan tertip komitesinin organizasyonuyla yayınlanan bildiride aralarında Halil İnalcık, Alev Alatlı, İlber Ortaylı, Hasan Celal Güzel gibi isimlerin de bulunduğu yaklaşık 300 aydının imzası var.
Bildiride üç konuda “Türk Milleti adına hareket edenlere” yönelik uyarılar yer alıyor. Bunlar üç kısa cümlede özetlenmiş. En fazla dikkat çekeni bildirinin ilk maddesi: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamaz.”
Bu yeni bir tartışma konusu değil. Anayasa ile ilgili tartışmalarda en fazla öne çıkan konuların başında anayasa metninde “etnik vurgu” taşıdığı düşünülen kavramların yer almaması talebi geliyor. Türk kavramının etnik bir aidiyeti ifade ettiğini düşünenler farklı etnik grupların rahatsızlıklarını gidermek için anayasada Türk adlandırmasına yer verilmemesini savunuyorlar.
Buna mukabil, yaygın kabul gören ve benim de katıldığım, diğer bir görüş Türk adlandırmasının etnik bir grubu değil, bütün farklı etnik grupların tarih içinde beraberce oluşturduğu “millet”i ifade ettiği şeklinde.
Buradaki problem daha ziyade tek parti döneminde izlenen asimilasyoncu politika çerçevesinde farklı etnik aidiyetleri yok sayıp hepsini aynı etnik kimliğe dâhil etme yaklaşımının devam eden olumsuz etkileri.
Ama bu “milliyetçiler bildirisi”ne imza atan aydınlara da söylenmesi gereken bir çift söz var: O da milletin adının etnik adlandırmaya indirgenmesine “milliyetçi” aydınların veya milliyetçilik adına siyaset yapanların pek gür sesle itiraz etmeyişlerinin de etnik problemin bu raddelere ulaşmasında payı olduğu...
O bildiride imzası olan milliyetçi aydınlar arasında “Türk Milleti farklı etnik grupların bin yıllık tarih içinde beraberce oluşturduğu kültürel ve siyasi bütünlüğümüzün adıdır” diye konuşanlar milliyetçi kesimde adeta azınlık durumunda oldular bugüne kadar.
Hatta bildirinin altında imzası bulunanlardan bir bölümü hâlâ Türklüğü etnik kökene dayalı bir kimlik gibi anlama eğilimindeler. Bu şekilde Kürt etnik ayrılıkçılarıyla aynı pozisyonu paylaştıklarının farkında da değiller.
Bana sorarsanız, anayasadan Türk adının çıkarılması büyük bir hata olur. Türkiyeli gibi bir adlandırma ise komik bile değil. Bir milletin kendi adını değiştirmeye kalkışmasını cinnet hali olarak görmek gerekir.
Ama bu konuda hassasiyet gösteren herkese kötü niyetli ve hain gözüyle bakmadan önce, problemi bu hale getiren hangi hatalar yapıldı ve bunları düzeltmek için neler yapılmalı diye de düşünmek gerekirdi.
Maalesef milliyetçi aydınların çoğu soğukkanlı biçimde bu konuları tartışmak yerine “ülke bölünüyor, memleket satılıyor” edebiyatı yapmayı tercih ettiler. Problemin tarihî, kültürel ve sosyolojik boyutlarını görmezden gelip komplo teorileriyle kendilerini ve camialarını avuttular. Aklı başında milliyetçi fikir adamlarının sesleri neredeyse hiç duyulmadı.
Ümit ederim ki dün kamuoyuna açıklanan bildiri, her ne kadar “vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz” gibi veya “büyük Atatürk’ün kurduğu milli devlet yapısı” gibi problemli Kemalist jargona bağlılık gösteren ifadeler taşısa da, ülkenin hayati meseleleri tartışılırken aydınların soğukkanlı uyarılarına da kulak verme gereğini bazı kesimlere hatırlatmış olsun.