Başbakan Tayyip Erdoğan, her konuda düşüncelerini, eleştirilerini, zaman zaman kızgınlıklarını öyle numara yapmadan açık yüreklilikle söyleyen ve de hiçbir şekilde ‘gizli gündemi’olmayan bir lider.
Bu yüzden de, hayatları boyunca millete karşı ‘numara çekmeye’ alışmış özellikle ‘ulusalcı’ ve ‘sol’ kesimler Başbakan Erdoğan’ın hasbi duruşundan pek hazzetmezler.
Malum, bir haftadır Milliyet gazetesinin Abdullah Öcalan ile BDP heyeti arasındaki görüşmeden derlenen notları tartışıyoruz. Derleme diyorum, zira yayınlanan bölümdeki ipe sapa gelmez notların büyük bölümü Öcalan’ın fantezileri olmakla birlikte, metnin esas sansasyonel kısmı editöryal hilelerle oluşturulmuş.
Yani, gazete oturmuş işine gelmeyen bölümleri ayıklamış ve adeta ‘çözüm’ü dinamitlemeye ayarlı kışkırtıcı bir metin ortaya çıkarmış.
Biliyorum, editöryal bir ayıklama ile oluşturulmuş bu metne, “çözüme açık bir sabotaj” dediğimizde bazılarının canı sıkılıyor. Lütfen, eğri oturup doğru konuşalım, bu ülkede biz gazeteciler dahil milletçe hepimizin bir tek hedefi, terör belasından kurtulmak değil mi?
Eğer gerçekten böyleyse, bir gazeteci olarak biz de süreci umursamak zorundayız. Sorumlu bir gazetecinin şöyle bir lüksü olabilir mi? “Ben gazeteciyim, çözüm sürecinin zarar görüp görmemesi beni ilgilendirmez, ben malımı en kışkırtıcı ifadelerle de olsa satmaya bakarım.”
***
Kimse alınmasın ama, bu derleme metni bir gazetecilik başarısı olarak görenler, ‘çözüm karşıtları’na rüyalarında bile göremeyecekleri bir istismar imkanı sunmuşlardır. En çok da Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nu yüreklendirmişlerdir.
Kusura bakmayın ama, herhalde böyle bir tablo karşısında, Türkiye’nin terör belasından kurtulması için sadece elini değil, gövdesini taşın altına koyan bir başbakanın suskun kalması beklenemez.
Nitekim, önce Balıkesir konuşmasında, “Batsın bu gazetecilik” ifadelerini kullanan Başbakan Erdoğan, Salı günkü grup konuşmasında bu konudaki görüşlerini çok daha ayrıntılı olarak ortaya koydu: “Hiç kimse bu gayrımilli yayıncılığı eleştirmiyor. Hiç kimse bu sabotajın üzerine gitmiyor. Köşelerinden o bildik yazarlar bize basın özgürlüğü dersi vermeye kalkıyor. Medya nasıl kendine göre bir özgürlük alanı ilan ediyorsa hem de milli çıkarları dahi çiğneyerek yayın yapacak kadar özgürlüğü suistimal edecek kadar özgürse, biz de hissiyatımızı açıklamak konusunda ve sorumluluk üstlenen insanlık olarak, bir Başbakan olarak en az onlar kadar özgürüz. Biz eleştirimizi açık açık dile getiririz. Ama aynı zamanda sansürün karşısında gazetecilerden de önce dururuz.”
Taraf, bu konuşmalardan çıkarak Başbakan Erdoğan’ı ‘milli yayın yönetmeni’ ilan etti. Başka gazetelerdeki köşe yazarları da, Erdoğan’ın çözüm hassasiyeti bağlamında söylediklerini diktatöryal hevesler olarak değerlendirip epeyce eğlendiler...
Ne yazık ki, Türk medyasının ajandasında ‘vicdanlı olmak’ gibi bir kavram pek yer almıyor. Önce bir hakkı teslim edelim, başbakan büyük bir risk alarak, belki de cumhuriyet tarihinin en büyük problemi için cesur bir adım atıyor. Ama sonra bir gazete çıkıyor, İmralı fantezilerinden özel olarak derlediği bir metni “İmralı tutanakları” adıyla yayınlayarak açıkça toplumu ‘çözüm’e karşı kışkırtıyor.
Bu tablo karşısında başbakan isyan edince de, koro halinde ‘medyaya müdahale ediliyor’ çığlıkları yükseliyor. Peki ne yapması gerekir Başbakan Erdoğan’ın? Acaba birileri başbakanın, terör belasından kurtulmak için, bütün bir topluma hassasiyet ve katkı çağrıları yaparken medyaya dönüp “Herkes hassas olmalı ama medya hariç, siz istediğiniz gibi süreci sabote edebilirsiniz” demesini mi bekliyor?