Türk Harb-İş Sendikasının 8.'ncisini düzenlediği "Savunma Sanayinin Millileşme ve İş Gücü Durumu" çalıştayında konuşulanlar son yıllarda artan millileşme oranı ve başarılı üretimler sayesinde yüzümüzü ağartan, dosta güven, düşmana korku salan savunma sanayimiz için endişelenmeme neden oldu.
Çünkü Başkan Alaattin Soydan kamuya ait askeri fabrika ve tersanelerde çalışan işçilerin ve mavi yakalıların yaşadıkları geçim sıkıntısının ağırlığıyla biner biner eksildiğini haber verdi.
Soydan geçen seneki çalıştayda kopuşların başladığını ilk örneklerle duyurmuş ben de Star okurları için yazmıştım. (https://www.star.com.tr/yazar/kizil-elmamiz-solmasin-yazi-1806593/)
Soydan bu defa rakamlar verdi. Tehlike büyük. Buna göre Ocak 2023'ten Ağustos 2024'e kadar geçen sürede askeri fabrikalar ve tersanelerden ayrılanların sayısı 5 bini bulmuş. Bunlardan 4 bin 600'yü emekli olmuş, 400'ü istifa etmiş. "Süreç böyle giderse 2025 Ocak ayına kadar 2 bin 300 arkadaşımızın daha emekli olmasını, 200'e yakın arkadaşımızın da istifa etmesini bekliyoruz" diyorlar.
Bu da demek oluyor ki toplam çalışan sayısı zaten 18 bin 500 olan stratejik bir işkolundan iki sene gibi kısa bir sürede 7 bin 500 kişi ayrılmış olacak. Oranlarsak yüzde 35'i... İşe alınması beklenen 1800 işçi rakama eklense bile risk sürüyor.
Endişeye sebep olan durumun iki boyutu ver.
Biri sayıların ötesinde...
Askeri fabrika ve tersanelerde çalışan mavi yakalılar için de işçiler için de geçerli olan şey tecrübe faktörü. Sanayide çalışan bir tornacının "tankçı" olabilmesi, bir elektronikçinin "radarcı" olabilmesi için iyi bir ustanın yanında en az 5 yıl çalışması gerekiyor.
Ve işten ayrılanlar o "usta öğreticiler"!
Dolayısıyla sadece gidenlerin sayısına değil gidenlerin niteliğine de bakmak gerekiyor. Çarpan etkisi hasarı büyütüyor.
Diğer boyut ise savunma sanayiinde geçerli olan sert rekabet koşulları. Hatta sabotaj ihtimali...
Nuri Demirağ'ın, Vecihi Hürkuş'un, Nuri Demirağ'ın çalışmalarını akamete uğratanları, her birine ayrı ayrı itibar suikastları düzenleyenleri, Aselsan cinayetleri diye andığımız onlarca şüpheli ölümü unutursak, Selçuk Bayraktar'ın sık sık hatırlattığı o "takoz" siyaseten de daha kolay konur Kızıl Elma'nın tekerine.
Osmanlının son dönemi ve Cumhuriyet yıllarımız boyunca silah üretimi ve alımı konusunda yaşanan sıkıntıları hatırlayalım.
Parasını vererek alamadığımız silahları Batılı "müttefiklerimizin" PKK terör örgütüne hibe ettiği gerçeği ortada dururken meseleyi uzun vadede ve stratejik boyutuyla değerlendirmek gerekir.
Kamuya ait askeri fabrika ve tersanelerden ayrılanların büyük çoğunluğu Almanya, Hollanda, Belçika, İsveç gibi ülkelere gidiyor. Gidenlerin kavuştuğu maddi rahatlık, ek iş yapsa bile ekonomik sıkıntı içinde ayın başını getiremeyen diğer işçileri de etkiliyor ve çorap söküğü büyüyor.
"Bizim için önce vatanımız, devletimiz, sonra üyelerimizin menfaatleri" diyen Türk Harb-İş Sendikası sadece yaşanan sorunu haber vermiyor, çözüm için öneriler de sunuyor.
Bu öneriler "kan kaybını önlemek için savunma sanayiinde çalışanlara ek katkı yapılması", "vergide adaletin, toplu sözleşmede iç barışın sağlanması" ve "ustalar ayrılmadan acilen ihtiyacı karşılayacak sayıda işçinin alınması" olarak özetleyebilirim.
Sıkıntı daha da büyümeden bir şey yapmak gerektiği ortada... Neticede zoru başardık. Savunma sanayiinde yüzde 20 olan yerli-milli oranını son 20 yılda yüzde 80'ne çıkardık. AR-GE yatırımlarından güzel sonuçlar aldık. 2002'de 62 olan savunma sanayii proje sayısı bini aştı. Şirket sayısı 56'dan 2 bin 500 oldu.
Okyanusu geçtik yani. Aman derede boğulmayalım.