17 Mayıs 1919 Paris: İzmir’in işgalinden 2 gün sonra Paris’te ABD Başkanı Wilson, İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau ve İtalya Başbakanı Orlando, önde gelen Hint Müslümanlarından bir heyeti dinlediler. ‘Hindistan Hükümeti Heyeti’ olarak gelmişlerdi, başlarında Hindistan Bakanı Edwin Montagu vardı.
Hint Müslüman Heyeti, Anadolu’nun parçalanmamasını ve İslam aleminin lideri Halife Padişaha dokunulmamasını istedi. Türk devleti, Anadolu, İstanbul ve Trakya olarak kalmalıydı. Trakya derken, Batı Trakya da dahildi, hatırlamak gerekiyor. Hint Müslümanları bile Batı Trakya’nın Türk-Müslüman olduğunu bilmekteydi.
Heyet, Hindistan’da o zaman için dev bir sayı olan 70 milyon Müslüman olduğunu ve Müslümanların da İngiliz ordusu altında savaştığını hatırlattı. Hepsi Padişahın İstanbul’da kalması gerektiğine inanıyordu.
Kendilerini yarı şaşkınlıkla dinleyen Dört Büyük Gücün liderlerine, 14 Maddelik Wilson planının 12. maddesinin Türk egemenliğinden bahsettiğini de hatırlattılar. Türk egemenliğinin tanınacağı ima edilmişken Anadolu’yu da parçalamak neyin nesiydi?
Wilson daha sonra bu sunumdan etkilendiğini ve unuttuğu Türk egemenliği vurgusunu Müslüman Heyetin hatırlattığını söyleyecektir. Wilson bunun üzerine Padişahın İstanbul’da kalmasını ancak egemenliğinin sadece Anadolu’nun sınırlı kesiminde geçerli olmasını önerir. Papa’nın Roma’da şekli idareci olması gibi, Padişah da İstanbul’da şeklen kalacak, ekonomik konular ve dış işlerinde Müttefiklerin tavsiyesini uygulayacaktır. Wilson, ‘Manda’ denmeden, bütün Anadolu’nun Mandasının Fransa’ya geçmesini ve ikili anlaşma altında Fransa’nın Türk hükümetine ‘tavsiyede’ bulunmasını önerir. Wilson, ’Manda’ kelimesi geçtiğinde Müslüman Hint heyetinin gösterdiği tepkiyi fark etmiş, ürkmüştür.
Aynı Wilson, İzmir ve Ege Bölgesini Yunanistan’a hediye ederek, Anadolu’da işgal bölgelerine onay vererek, başka yerler için yürekten savunduğu ilkeleri de çiğnemiştir. Ancak bu yaman çelişkiyi kendisine hatırlatacak kimse yoktur.
Hint Müslümanların uyarısı Lloyd George’u da sarsmıştı. Anadolu’yu da parçalamanın İngiliz hakimiyet alanındaki İslam dünyasında yapacağı etkiyi fark etmeye başlamıştı. Halife nedeniyle Hindistan başta İslam dünyası ayaklanırsa, hiçbir Batılı ülke Müslüman bölgelerde hakimiyet kuramazdı.
George, Boğazların egemenliğinin Türklerden alınmasını, ancak Padişahın şeklen İstanbul’da kalmasını önerir. Zihinlerde hep bir ‘Papalık’ modeli vardır.
19 Mayıs 1919 – Paris: Samsun’a yanaşan vapurdan habersiz Paris’te Wilson, Clemenceau ve Lloyd George, İtalyan Dışişleri Bakanı Sonnino ile buluşup İtalya’nın Anadolu’da ne yaptığını sorarlar. İtalya Yunanistan’dan esinlenerek Marmaris ve Antalya tarafına takviye asker çıkartmıştır. Sonnino gizli olarak imzalanan Nisan 1915 Londra ve Nisan 1917 St Jean anlaşmalarına dayanarak asker çıkardıklarını söyler. Bunun üzerine, Anadolu’da İtalyanların ne yapabileceği-ne yapamayacağı konusunda büyük bir tartışma kopar.
Wilson, gizli anlaşmaların ABD’yi bağlamadığını ve ABD’nin bu anlaşmaları sorgulama hakkı olduğunu söyleyip, müdahale eder. Ayrıca Londra Anlaşmasının İtalya’ya Anadolu’yu işgal hakkı vermediğini söyler.
Sonnino ilgili bölgelerde karışıklık olduğunu ve asayişi sağlamak için harekete geçtiklerini söyler... Elbette, doğru değildir. Wilson ise ABD’nin bu gizli anlaşmaları İngiltere ve Fransa açısından da tanımadığını, Türk nüfusun İngiliz-Fransız onayıyla İtalyanlara devredilemeyeceğini, ABD’nin de onayının gerektiğini söyler. (19 Mayıs 1919 Paris/Samsun, Star Gazetesi, 18.02.2019)
20 Mayıs 1919- Paris: Oturumda Lloyd George ve Clemenceau yine Osmanlı toprakları üzerinde Sykes-Picot gizli anlaşması, petrol, askerler ve sınırlar konusunda tartışmaya girerler. Wilson yine dışlandığı için sinirlenir: İngiltere ve Fransa hangi hakla bu ülkenin topraklarını başkalarına veriyor? diye sorar.
Clemenceau ‘Bölgedeki halkların tercihlerini yansıtıyoruz’ der.
Wilson’ın genelde bir itirazı yoktur, sadece bu tercihin nasıl belirlendiğini merak etmektedir. Tercihi sömürgeci güçler, azınlıklarla belirlemekteydi. Wilson, Osmanlı İmparatorluk halklarının tek başlarına bırakılamayacağına, gözetim-denetim altına alınmaları gereğine inanmaktadır, ancak bunda büyük güçlerin değil, azınlık çıkarının öne çıkmasını istemektedir... Wilson, hayalci bir yeni dünya düzeni kurmaya çalışmaktaydı. Sömürgeci Fransa ve İngiltere ise yeni düzeni yine kendi denetimlerinde sürdürme çabasındaydı.
Geç kalmış rapor
Anadolu’daki Yunan terörü bilgisi sonunda Paris’e de ulaşır. İşgal zulmü artık gözardı edilemeyecek hale gelince, görünüşü kurtarabilmek için Fransız Başbakanı Clemenceau 18 Temmuz’da Yunan işgalinin araştırılması için komisyon kurulmasını önerir. Zamanın koşullarında ve bilgi-belge akışındaki zorluklar karşısında bir komisyon belki çaredir, ancak dünyada her zaman olduğu gibi komisyonlar gerçeği bulmaya ya da adaleti sağlamaya değil, gerçeği uyutmaya, değiştirmeye, farklı biçimde paketlemeye ve yönlendirmeye de yarar.
İşgalci Yunan ordusunun Anadolu’daki terör ve katliamlarını soruşturan Komisyon, 14 Ekim’de raporunu tamamlar. Rapor Paris Konferans bürokrasisinin eline 8 Kasım’da geçer. Paris Konferansı ise Haziran’da Versay anlaşmasıyla tamamlanmış ve çoktan dağılmıştır. Komisyon-Soruşturma-Rapor sürecinde Yunan terörünün hızı kesilmemiştir. Yapacaklarını zaten yapmışlardı.
Zulüm raporu, Yunan ordusunun terörünü belgelemiş, ancak Türklerin misilleme eylemlerini de eklemişti. Savunma suç sayılmıştı. Rapor, temel sorunu Müslüman-Hıristiyan kavgası, olarak görür... Hatta İzmir’deki Türk yetkililer suçlanmaktadır. Yapılanlardan ötürü birkaç Yunan subayın Yunan komutasınca cezalandırıldığı bildirilir. Çare olarak Yunan ordusunun çekilmesi, yerini müttefik askerlerin alması ve bu süreçte Yunanistan’ın mahcup olmaması için... (Evet, öyle diyor) bazı Yunan birliklerinin bölgede kalması, ancak Yunan askerinin Türk nüfusla karşı karşıya gelmemesi önerilir.
Yani, hiçbir şey yapılmaz... Yunan Ordusuna cezayı daha sonra Anadolu verecektir.