Sekiz sene önce Balkanlardaki Müslüman nüfusun yaşadığı bölgelerde; Yunanistan, İtalya, Bulgaristan, Almanya eksenli misyoner teşkilatların, yeni Hristiyanlaştırma çabasına dair adımların olduğu bilgileri gelmeye başlamıştı. Hatta Kosova’nın tepeden tırnağa Müslüman şehri olan Prizren kentinde, “eski dinimize geri dönelim” lafları da duyulmaya başlanmıştı. Bu sürecin, son yıllarda daha farklı evrelere gireceğinin de işaretidir.
Afrika genelinde uzun yıllardır bu vaka, sistemli bir formatta işlenmekte. Verilere baktığınızda, bu net anlaşılıyor. Müslüman bölgelerin nüfüs sayımından anlaşılıyor ki, Müslümanlar üzerinde ciddi çalışmalar söz konusudur ve “Hristiyanlaştırma” yapıldığı aşikardır.
Geçelim Kafkasya’ya.
Kuzey Kafkasya’da radikal İslami eğilim, Afganistan süreciyle zirve yaptı. ABD ve Sovyetlerin, Afganistan’da karşı karşıya gelmesi, beraberinde İslam dünyasındaki bugünkü trajik durumun sinyallerini barındırmaktaydı. Radikal İslami gruplar, her iki tarafın kurtarıcısıydı. Kafkasya kökenli cesur halkların temsilcilerinin, yeni radikal evreye girmeleri de bu stratejinin ürünüydü.
Amerika; Kafkasya’daki radikal güçlerin daha da artmasını, ileride Rusya aleyhinde kullanmak için beslediği aşikardır. Rusya ise bu radikal güçlerin, ülkesinden gitmesi için kendine bağlı İslami grupların pekişmesini kafasına koydu. Tehlikeli olanların, ülkeden gitmesi için adımlar attı. Anladığımız kadarıyla; Suriye’de ve Irak’ta, DAEŞ içerisinde barınan Kafkasya kökenliler, esasen Rusya’nın tehlikeli görüp ülke dışına çıkmasını sağladıklarından oluşmaktadır. Böylelikle, Kafkasya kökenli İslami gruplar, bir kaç gruba bölündü.
Azerbaycan ve İran Türklerinde; İslami değerleri geleneğiyle yaşayan bu toplumlarda, giderek artan “İslam karşıtı” söylemler dikkat çekicidir. İslam’ın karşısına, Türklük davasının yerleştirilmesi ise iki kat manidardır.
Nedenini şöyle anlatayım. Yıllar önce televizyonda yaptığım programlarda “Türkiye” vurgusunu, “Türklük bilinci” üzerinden işlerdim. Bunun olmasında, rahmetli Elçibey’in üzerimde etkisi büyük idi. Bu tutumum, büyük çoğunlukta rağbet görmezdi. Hatta bunun karşılığında, “Azerbaycanlılık” kavramı işlenirdi. Hatta “Türklük” üzerinden “Türkiye” tanımı, pek fazla siyasi literatüre hakim değildi. Ayrı ayrı aydın girişimi veya akademik çevrelerdeki çalışmalar hariç.
İran’daki Türklerin derdi, Elçibey ve bu zihniyetin taşıyıcılarından başka kimseyi ilgilendirmezdi. Komünist zihniyetin taşıyıcıları bazı kesimler için ise bu bir nevi modası geçmiş bazen de İran’la ilişkileri bozacak zararlı söylem ve istekler idi.
Mesela gazeteci hayatımda, Türkiye ve Türklük tanımımı, ulusal konuya dönüştürme çabamdan dolayı, zaman zaman farklı yöntemlerle cezalandırıldığımı da biliyorum. Şimdi durum farklı.
Türkiye’ye, Türklük bilinciyle bakmak tehlikeli değil. En keskin komünistimizin veya solcumuzun bile söyleminde “Türklük bilinci” hakim. Hatta İslami değerleri aşağılayacak söylemler bile, azar azar devrede.
Yıllardır İran’daki Türklerin haykırışına, ABD’nin kulak vermesi, tam da bu zamana denk geldi. Amerikalılar İran’daki Türkler ile Azerbaycan’daki Türklerin aynı millet olduğunu, tam da bu dönemlerde seslendirmeye başladı.
Orta Doğu’da Kürtlerin “İslam karşıtı” söylemleri de, aynı dönemde devreye girdi.
Mesele açık! Mesele, “İslam düşmanlığı”. Etnik kimlik üzerinden, dini kimliğin ortadan kaldırılma çabası. İslamı parçalama ve büyük güç olma ihtimalini yok etme planı.