Salı günü grup toplantısında Sayın Erdoğan önümüzdeki döneme ilişkin önemli açıklamalar yapıyor, bu açıklamalarından biri benim ilgimi çekiyor.
Konu, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine geliyor ve Sayın Erdoğan bu aşamadan sonra devlet iradesini temsil ettiği söylenen Cumhurbaşkanlığı konusunda milli iradenin devlet iradesinin önüne geçeceğini, halkın seçeceği bir Cumhurbaşkanı sayesinde millet iradesi ile devlet iradesinin kucaklaşacağını ifade ediyor.
Şayet demokrasiden yana bir vatandaş iseniz Sayın Erdoğan’ın bu açıklaması hoşunuza gidecektir mutlaka.
Aksini düşünmek yani devlet iradesinin millet iradesinin önünde olacağı bir sistemi tahayyül etmek demokrasiye gönül vermiş bir vatandaşının tüylerini diken diken edebilir.
Ancak, bu konulara çok kafa yormuş biri olarak şunu hatırlatmak da bir ölçüde vazifem, Sayın Başbakan’ın bu açıklaması teorik sorunlardan azade bir açıklama pek değil.
Şayet, halkın Cumhurbaşkanını doğrudan belirleyeceği bir sistemde, ya da bir adım daha ileri gidelim, başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçilip seçmenlerin doğrudan başkanı ya da Fransa tipi bir Cumhurbaşkanı’nı belirleyeceği bir modelde de millet iradesinin devlet iradesinin önüne geçeği ifadesi teorik olarak sorunlu bir ifadedir.
Sorunludur çünkü demokratik hukuk devletlerinde millet iradesinin arkasında kalacak ya da önüne geçecek bir devlet iradesi tanımlanamaz, yoktur.
Sayın Başbakan’ın bu ifadeyi eski Türkiye pratiğinden hareketle tepkisel olarak dile getirdiğini düşünüyorum.
Devlet iradesi diye bir şey olamaz demokrasilerde.
Devleti senelerce bir arabaya benzettik eski Türkiye tartışmalarında.
Arabanın yasal ve meşru bir sürücüsü vardır (demokratik hukuk devleti) ve şayet araba (devlet aparatı) arızalı değilse, bu arıza konusu ve sürücünün meşruiyeti önemlidir, normal bir araba sürücü nereye isterse oraya gider, gitmekle de mükelleftir.
Sürücünün istediği yönün tersine giden bir araba düşünülemez, teknik olarak arızalıdır, arıza da bu alegoride demokrasi dışı, hukuk dışı olmak demektir.
Demokratik bir hukuk devletinde de yasal ve meşru sürücü arabasıyla kucaklaşmaz, arabasını yönetir, seçmenin istediği kamu hizmeti sepetini üretir.
Burada anahtar kavram muhtemelen devlet yani hukuktur.
Demokratik hukuk devletlerinde devlet kavramı sadece ve sadece hukuk demektir, bu aparata başka bir anlam yüklemeye başladığınız andan itibaren zaten arabanın kendi kafasına göre takılabileceğini kabullenmeye başlıyorsunuz demektir ve bu sınırdan öteye demokrasiden söz etmek zorlaşır.
Ancak, başka ve çok önemli bir nokta da sürücünün evrensel trafik kurallarına bire bir, hiç taviz vermeden uyması gereği noktasıdır.
Ve, trafik kuralları da evrensel kurallardır, trafik sağdan da olsa, soldan da olsa, alkollü iken araba kullanamazsınız, yeşilde geçilir, kırmızıda durulur, yayaların önceliği vardır, vs.
Eski Türkiye’de araba kendi kafasına göre takılır ve kendine modern, modernist diyebilen bir kesim de arabanın bu kendi kafasını göre takılmasını normal (!) bulurdu.
2002 sonrası bu alanda önemli bir mesafe alındı, araba artık kolay kolay kendi kafasına göre takılamıyor.
Bu durum gelecekte de takılmayacak anlamına pek gelmiyor, burası Türkiye, çok sevimsiz bir devlet geleneğimiz, araba tanımımız var, bu hayalet hala aramızda dolaşıyor.
Şimdi sıra, arabanın yasal ve meşru sürücüsünün evrensel trafik kurallarına bire bir uymayı coşkuyla, eksiksiz benimsemesindedir, bu alanda hala önemli sorunlar mevcuttur, bu sorunlar da atlatıldığında yeni Türkiye kavramını çok daha rahat telaffuz edebileceğiz.
Yeni Türkiye’de devlet iradesi sadece ve sadece evrensel hukuk demek olmalı.
NOT: Yeni çözüm paketinin Cumhurbaşkanlığı seçimine bir ölçüde endeksli olduğuna bence kuşku yok ama bu durum paketin çok olumlu önemini azaltmıyor, demokrasi bizde böyle ilerliyor, çözüm sürecinde her ileri adımı, mesela bu kavramın hukuk sistemimize girmesini desteklemek gerekiyor.