3. Yargı Paketi’ ile adli kontrol için belirlenen ceza üst sınırının kaldırılması tutuklu milletvekillerine veya -bu durumdan hoşlanmayanların ifadesiyle- “tutuklu iken milletvekili adayı gösterilip seçilecek oyu alanlara” yansıyacak mı?
Adı artık İhtisas Ağır Ceza Bölge Mahkemesi olan Silivri’deki mahkeme ile KCK davalarına bakan mahkemelerin alacağı kararlar bu soruya bir cevap verecek. Tartışmanın hem hukuki hem de siyasi boyutu var ve bu iki boyut neredeyse birbirine eşit. İki boyutuyla konuya Ankara’dan nasıl bakıldığını özetleyelim:
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 100. maddesinde tutuklama nedenleri sayılıyor. Tutuklu vekillere yönelik suçlamalar da bunlar arasında:
8 Suç işlemek amacıyla
örgüt kurma.
8 Devletin Güvenliğine
Karşı Suçlar.
8 Anayasal Düzene Karşı
Suçlar.
Aynı maddede bu kişilerin tutukluluğu için aranacak şartlar da sıralanıyor:
8 Şüpheli veya sanığın kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.
8 Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
8 Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususunda kuvvetli şüphe uyandırıyorsa...
Yasa, önce ‘somut olgu’ arıyor, bu gerekçeler varsa “tutuklama nedeni var sayılabilir” diyor.
İşte, tutuklu milletvekillerinin durumunu “baştan beri” hakimin takdirine bırakan ifade bu: “... var sayılabilir.”
O yüzden hükümet ve AK Parti kaynakları, “tutukluyken milletvekili adayı gösterilerek seçilecek oyu alan kişiler hakkında kararı yargının vereceğini, onlara özgü yasal düzenleme yapılmasının doğru olmayacağını” söylediler sürekli.
3. Yargı Paketi’yle yapılan değişiklikle, özetle, tutuklama yerine adli kontrol tedbirinin uygulanması önerildi. Son değişiklikle CMK ‘adli kontrol’ü şöyle tanımlanıyor: “Soruşturmada, 100’üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
8 Konutunu terk etmemek.
8 Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.
8 Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek.”
Bu ‘kontrol’ mekanizmalarının milletvekilleri için işlemeyeceği açık.
O yüzden konu tutuklu milletvekilleri olunca son yasal düzenlemenin ‘doğrudan’ bir tahliye gerekçesi olmadığı değerlendiriliyor.
İşte burada ‘yasa koyucunun iradesi’ne dikkat çekiliyor. Bu hukuki bir kavram olsa da siyasi bir yönü var, zira siyasi bir kurum olan ‘parlamento’ya dayanıyor.
Yasa koyucunun, yani TBMM’nin bu iradesi, tutuklu milletvekilleri bakımından şöyle yorumlanıyor: “3. Yargı paketi doğrudan bir tahliye gerekçesi oluşturmasa da, yasama organının tutuksuz yargılamayı esas kabul ettiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir ve yasa değişikliğiyle doğrudan ilgili olmayan suçlar konusunda da dikkate alınabilir.”
Bu yorumu getirenler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Şimdi artık mahkemeler çıkan yasaları yorumlayacak, gerekçelerine bakacaklar. Ellerindeki bilgiler ve kanunlar çerçevesi içerisinde kendileri kararlarını verecekler” ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in “Tutuklama bir tedbirdir. Tedbir mahkumiyete dönüşmemeli. Yargıçlarımızın da yargı makamlarımızın da çıkardığımız yasaların ruhunu iyi anlamaları, iyi kavramaları gerekiyor” sözlerine işaret ediyorlar.
Hakimler, milletvekili seçilen 8 tutukluya ilişkin ‘somut olgu’ arayacak ve ‘yasa koyucunun iradesi’ni dikkate alarak tutuklama gerekçelerinin hala ‘var sayılabilir’ olup olmadığını yeniden takdir edecek.
Beklentiyi çok yüksek tutmamak gerek.