Seçimlere doğru merak edilen başlıkları sıralasak, muhtemelen çözüm sürecine dair konular ilk sıraya yerleşir.
Bu konuda ortaya çıkan tabloyu değerlendirirken, sıkça ihmal ettiğimiz bir boyuta dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bunu doğru anlamadığımız yahut ihmal ettiğimiz zaman, süreci anlama şansını da yitiriyoruz.
Bizim toplumsal hafızamızda bölünmeye dair ciddi korkular vardır. Tarihe bakınca bunun haksız ya da yersiz olduğunu söylemek kolay değil. Ancak bir diğer yanıyla bu korkunun, özellikle ülkenin perde arkasındaki sahipleri tarafından yapay olarak üretildiği, toplumun baskı altında tutulduğu günler de hafızalarda duruyor.
Peki bugün gelinen manzarada hala birilerinin ısrarla ‘bölünme’ korkusunu yayması, siyaseti bir şekilde baskı altına almaya çabalaması ne anlama geliyor? Öncelikle 2010 anayasa referandumu, 2011 genel seçimleri, 2014 yerel seçimleri ve yine aynı yıl gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarına bu gözle bakmakta yarar var.
Saydığım hemen tüm bu seçimlerde Türkiye’nin bölüneceği yönünde hayli güçlü bir propaganda yürütüldü. Muhalefetin yanı sıra, sosyal medya ve benzeri mecralarda bu tür kampanyalar ve karamsarlıklar üretildi.
Ancak tüm seçim sonuçları, toplumun bu tür kampanyalara değil, barış ve geleceğe baktığını ortaya koydu. Şunu söylemek mümkün mü? Bu ülkede Kürt sorunu üzerinden bir şekilde canı yanmamış veya canı yananla dertlenmemiş bir tek hane olsun. Asla. Bu bizim ortak acımız.
Büyük ve ağır kayıplar verdik. Gencecik çocuklarımızı daha hayata yeni merhaba demişken toprağa verdik. Ama buna rağmen toplum, bu yaralar üzerinden dünyaya bakmama sağduyusunu gösterdi. Çektiği acıları bir kenara bırakıp bir başkasının canı yanmasın diye her türlü takdirin ötesinde bir duruş gösterdi.
Bunları neden hatırlatmak ihtiyacı duydum? Şunun için. Bugün çözüm süreci son derece kritik bir eşikte ilerliyor. Birileri bu sürecin sadece ve sadece belli bir ekip tarafından yürütüldüğünü, gizli pazarlıklar yapıldığını ve gerçeklerin gizlendiğini öne sürüyor.
Bu herşeyden önce milletin sağduyusuna ve gösterdiği cesarete haksızlık olarak görülmeli. Cesaret, evet. Hem de nasıl bir cesaret. Canı yanan, evlatlarını yitiren insanlar barış için cesaret gösteriyor. Bunun için atılan adımları destekliyor. Kara propagandaya dönüp bakmıyor. Sanıldığının aksine olup biteni yakından izliyor. Bu sürecin herkesin fedakarlık göstermesi gereken bir zorlu yol olduğunu biliyor. İşte tüm bunları bilerek ve anlayarak tercihlerini yapıyor.
Çözüm süreci, en başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere devlet aklının kararlı ve cesur tutumuyla yoluna devam ediyor. Ancak bunun aynı zamanda ciddi bir toplumsal desteği olduğunu, milletin barışı, ama bizi bir ve bütün kılan bir barışı desteklediğini unutmayalım.
Elini asla taşın altına koymadan, bu ülkenin kalıcı ve sahici bir barışı nasıl inşa edeceğine dair en küçük bir fikri olmadan konuşanlar, milletin sağduyusuna tekrar tekrar bakmalı. Neden onların tercihi kendisine yönelmiyor sorusunu defalarca sormalı.
Bu millet, sadece hayırda ittifak ediyor ve bunu anlamak sanıldığı kadar zor değil. Sadece sağduyu, sadece fedakarlık hepsi bu. Zor, ama çok sade.