Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart'ı bir "dönüm noktası" olarak kodladı.
MKYK toplantısında da "nerede yanlışımız var, dönüp kendimize bakacağız" dedi.
AK Parti açısından muhasebenin ağır geçeceği kesin.
22 yıllık bir hikâye. Kolay değil.
Üstelik hep iktidarda kaldı Ak Parti.
Hangi sistemde olursa olsun, böylesine uzun yıllar iktidarda kalmış bir yapıda ister istemez katılaşma, statikleşme eğilimi baş gösterecektir.
Dolayısıyla yeni gelişen olayları okuma noktasında da alışkanlıklar, iktidarın en büyük zaafını oluşturur.
2002'den bu yana dünya çok değişti.
Dün Türkiye'ye kibirle politika belirleyen ülkeler dahi korkunç bir krizin pençesinde.
Komprador siyaset kıblesiz bugün!
İşte Almanya... ABD'nin vassalı konumuna düştü, siyaset üretemiyor, ekonomik kriz bilakis Almanya için Alternatif Partisi gibi yabancı düşmanı ırkçı yapıları öne çıkarıyor, siyaseti esir alıyor.
Artık eski dünya olmadığı gibi 2000'lerin Türkiye'si de yok.
Neoliberalizm dahi ciddi değişimler yaşadı.
Finansal balon sanayileri emerek çökertiyor.
Onun için dünün hikayesinden medet ummak ancak siyaseti ve sistemi katılaştırır.
Bu da siyasette miyoplaşmayı tetikler.
Yaklaşan kasırga görülemedi. Neden?
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi aslında.
Özellikle iki hafta öncesinde alttan alta konuşuluyordu bugün olacaklar.
Biraz daha ileri gideyim...
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte, Cumhur İttifakını destekleyenler özelinde yaşanan yorgunluk gözle görünür hale gelmişti.
Bugün analizleri doğru yapabilmek için bu konu üzerinde durmak gerekiyor.
Son on yılı şöyle bir gözünüzün önüne getirin.
Gezi olaylarından bu yana, yaşadıklarımız kolay şeyler değil.
Kemal Tahir'in deyimiyle politika eğer "bir topluluğun diğer topluluğa karşı mantıken zorunlu durumunu kestirmek ve boğuşmaya milyonlarca insanı sürebilmek" ise, Erdoğan bunu en üst seviyede yaptı.
Hatta rakibini daha kendisi tahkim etti.
Taraflı tarafsız herkes bunu bilir.
Bir düşünün...
Darbe, terör saldırıları, ekonomik kriz, deprem...
Bir de buna, yoğun göç dalgasını ekleyin.
Erdoğan, işte kendi taraftarlarını bir şekilde konsülde ederek bütün bu süreçlerden güçlenerek çıktı.
Her biri birçok ülkeyi çökertecek olaylar yaşadık art arda, ama, bu da ister istemez bir ruh gerilimine sebep oldu millette.
Üstelik ekonomik kriz derinleşerek devam etti.
Ne var ki, sıcak para saplantısını merkeze alan neoliberal ekonomik politikalar konusunda ısrarın devam etmesi de ciddi bir sorun oluşturdu bana göre. Bu konu bir kere daha gözden geçirilmeli. Kaldı ki siyasi maliyeti de büyük oldu bu politikaların.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında "sandıktan birinci çıkan bu seçimin asıl mağlubu olacak" dediğimi hatırlıyorum bu yüzden.
Depremin maliyeti 130 milyar dolar çıkmıştı.
Ekonomik kriz her geçen gün milletin belini büküyordu.
Bu krizi yönetmek gerçekten güçlü bir iradeyle mümkündü.
Millet, alıştığı limana sığındı, Mayıs seçimlerinde.
Erdoğan'ı seçti.
Ama yine de yorulmuştu millet bir kere.
İşte bunun okunamadığının kanaatindeyim.
Rakamları bir kenara bırakın.
Kim ne kadar oy aldı, kaç belediye kazandı, yaşadığımız krize göre hiçbir anlam ifade etmiyor.
Aslında, oy oranlarına baktığınızda, sandığa gitmeyenlerin de kim olduğunu bildiğimize göre, her şeye rağmen keskin geçişler olmadığını görüyoruz.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel "yüzde yirmi beşlik cam tavanı kırdık" dese de bunun görece bir ifade olduğunu en çok kendileri biliyor.
Her konuda pazarlık yapmayı siyasetinin merkezine koyan Yeniden Refah hadisesi, İmamoğlu'nun algılara dönük popülizmi çözülmekte olan siyasetin en büyük göstergeleri, öte yandan.
Siyasetin kendini yeniden yapılandırması gerekiyor dolayısıyla.
Milletin yorgunluğun ancak bu şekilde geçer.