Milli Güvenlik Kurulu'nun Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanan ve üç saat süren 30 Mart tarihli son toplantısını –takip açısından- bir milat olarak kaydetmek gerek.
Yunanistan'ı Türk azınlıklar konusunda uluslararası hukuka uymaya çağıran, Kıbrıs'a, Libya'ya, Suriye'ye ve terörle mücadeleye dair başlıklar içeren açıklamanın 7. Maddesi yakın dönem için ilk olma özelliği taşıyor.
Şöyle deniyor MGK Bildirisi Madde 7'de:
"Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100'üncü yılı olan 2023'te Türkiye'nin iktisadi, içtimai, siyasi ve askeri güvenliğini en üst seviyeye çıkarma milli hedefi doğrultusunda yapılan çalışmaların süratle neticelendirilmesi için tüm imkanların seferber edilmesi kararlılığının altı çizilmiştir."
İçeriye yönelik "iktisadi, içtimai, siyasi ve askeri güvenlik..." hassasiyetinin MGK bildirisine geçmiş olmasını nasıl yorumlamalıyız?
İlk olarak bu maddenin, vesayet dönemlerinde kaleme alınan "irticai ve bölücü faaliyetler" vurgusundan farklı bir yaklaşıma ve tınıya sahip olduğunu söyleyelim.
Zira mevcut MGK yapısı 1982 anayasasında askerin devletteki ağırlığını artıran ve askerin halkın seçtiği siyasilere, yetkili hükümetlere talimat verdiği, baskı kurduğu yapı değil artık.
2003'te, 2011'de ve 2018'de tedricen yapılan değişikliklerle kuruldaki sivil sayısı arttı, işleyiş ve oturma düzeni değiştirildi. Böylece MGK demokratik işleyişin zedelendiği bir yapı olmaktan çıktı; devlet aklının işletildiği, hafızasının aktarıldığı bir yapı halini aldı.
Bu sayededir ki 15 Temmuz işgal girişimi püskürtüldü, devlet FETÖ'den temizlendi, PKK ve diğer terör örgütlerine karşı başarılı bir mücadele yürütülüyor. Milli Güvenlik Kurulu'ndaki değerlendirmeler ve uyumlu koordinasyon sayesindeSuriye ve Irak'ta sınır ötesi operasyonlar, Libya'da, Yemen'de ve Karabağ'da son derece başarılı sonuçlar alabildi Türkiye.
Bunları yapan Milli Güvenlik Kurulu bu kez "...2023'te Türkiye'nin iktisadi, içtimai, siyasi ve askeri güvenliğini en üst seviyeye çıkarma milli hedefi doğrultusunda..." diyerek yeni bir hassasiyet ortaya koyuyor.
Ekonomik saldırıları biliyoruz, içindeyiz, direniyor ve devletin Türkiye'nin milli menfaatlerini korumak için gösterdiği çabaya şahitlik ediyoruz. Askeri güvenlik politikaları son derece sarih zaten...
Peki ya "siyasi ve içtimai güvenlik" ne olabilir?
Ben bunun 2013 sonrası gelişen durumlarla ilgili olduğu kanaatine sahibim.
Yaşayarak tecrübe ettiğimiz gibi meşru siyasi alanı zehirleyen, hak ve özgürlüklerin arkasına saklanıp terörü destekleyen, meşru kavramları kullanarak yabancı istihbaratların ajandasına uyan bir siyasi güruh var malum.
Yüzyıl ya da üç yıl önce kurulmuş siyasi partileri de aynı derece deforme ettiğini, içine girdiği yapıların, kurumların nasıl başkalaştığını, mankurtlaştığını gördük. Biliyoruz ki figüranlar yerli olsa da senaryo ve prodüksiyonun yabancı.
MGK'nın 2023 zaman ayarlı bu "uyarlamalara" karşı teyakkuzda olmasını şahsen takdire şayan buluyorum.
ŞEHİT SAVCININ KATİLLERİ MECLİS'TE!
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz'ın adliyedeki odasında DHKP-C'li teröristlerce rehin alındıktan sonra şehit edilmesinin üzerinden 6 koca sene geçti.
Adliyedeki Savcı'nın DHKP-C'li teröristlerin hedefi olmasının nedenlerinde biri Savcı Kiraz'ın Berkin Elvan dosyasını nihayete erdirmek üzere olmasıysa diğeri Gezi'de tezgahlanan ve Türkiye'yi adım adım iç savaşa sürüklemek isteyenler için adliyedeki odası "devlete meydan okudukları yer"di.
FETÖ sızdığı yerlerde PKK ile de işbirliği yaptı DHKPC ile de. Aynı tarihlerde PKK Cizre'de FETÖ yardımıyla savcı kaçırmaya çalışıyordu. Devletin çöktüğü tezini ispata çalışıyorlardı elbirliğiyle.
Böyle korkunç bir plan işletilirken ağızlarından "barış", "demokrasi", "özgürlük", "direniş", "diktatör" kelimelerini düşürmeyen kimi siyasiler, kimi akademisyenler, kimi gazeteciler terör örgütlerinin en büyük destekçileri oldu.
Savcı katili DHKPC'lileri aklamak, işledikleri cinayetleri gerekçelendirmek için yardıma koşan, terör propagandası yapan ve bunu da "haber" kılıfına sokanları hak ettikleri cezayı ve/ya kınamayı alana dek unutmamak, unutturmamak gerekiyor.
Bunların başında teröristlerle röportaj yapıp Cumhuriyet gazetesinde tam sayfa yayınlayan Ahmet Şık ve Can Dündar var.
Dündar terörden ceza aldı, halen kaçak. Avrupa'da pıstığı delikte ABD battaniyesinin altında Türkiye düşmanlığı yapıyor.
Ahmet Şık ise Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde! HDP sayesinde vekil yapıldı. Zaman zaman Gazi Meclis'i kışkırtarak haber olmayı başardı ama peş peşe maaş kesme cezası alınca ses çıkarmaz oldu. Alıyor 25 bin TL'yi, yan gelip yatıyor.
HDP'nin sokak kaos kadrosundan Meclis'e taşıdığı diğer isim ise Barış Atay. O da aynen öyle.
Savcı Kiraz'ın katillerini masumlaştırmaya çalışan bir diğer isim Mirgün Cabas'tı, merkez medyadan atıldı.
FETÖ "prensi" Eyüp Can'ın Radikal'inde muhabirken aynı şekilde DHKPC propagandası yapan İsmail Saymaz ise diğerlerinin yokluğunu aratmıyor, 7/24 ekranlarda.