Bu sütunu izleyenler son haftalarda kafayı kurumlar meselesine taktığımı hatırlayacaklar.
Bu takıntımın temel nedeni, ülkemiz Türkiye’de, kurumlar radikal bir biçimde ıslah olmadığı müddetçe, elde edilen toplumsal kazanımların tek tek geriye gittiğidir.
Birileri bu talebimi “yapısal reformlar” olarak da adlandırır ise bir itirazım olmaz.
Son bir, iki gündür şahikasına ulaşan (umarım daha da tırmanmaz) toplumsal gerginlik ya da devlet içi çatışma (hangisi daha doğru, bilemiyorum) ortamında aklıma iki tane şahane örnek geliyor.
Birincisi, 2004 Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) alınmış olan bir kararın uygulanıp uygulanmadığına ilişkin tartışma.
Bu karar bir biçimde MGK’da alınmış, yani kararlarının Bakanlar Kurulu’na bildirildiği bir kurumda.
Böyle bir karar demokrasinin ruhuna, hukuk devletinin özüne aykırı bir kurumda alındığı müddetçe uygulansa ne olur, uygulanmasa ne olur?
Temel ve büyük sorun MGK’nın varlığıdır, gerisi bir ölçüde dedikodudan ibarettir.
Salı sabahı patlayan yeni soruşturma ve gözaltı sürecinde bir kamu bankası olan Halk Bankası’nın Genel Müdürü de gözaltına alındı.
Bu yazıyı Çarşamba gecesi yazıyorum, yazının sizin elinize ulaşacağı Cuma günü ne olur, gözaltı süreci tutuklama ile mi sonlanır, yoksa Sayın Genel Müdür tutuksuz mu yargılanır, takipsizlik kararı mı alınır, gerçekten bilemiyorum, kişilerle değil de daha ziyade kurumlarla ilgilendiğimden benim için çok da önemli değil.
Beni daha çok ilgilendiren, 2014’e on gün kalmış iken Türkiye’de hala kamu bankacılığı adı verilen tamamen gereksiz bir kurumun bütün gücü ile ayakta oluşudur.
Yaşadığımız sorun bugüne de özgü bir sorun değildir, geçmişte daha da beterleri yaşanmıştır, kamu bankacılığı denen potansiyel yolsuzluk kurumu ayakta olduğu sürece kimse, hiçbir siyasetçi bu kurumun ürettiği belalardan başını alamayacaktır.
Bu kısa yazıda bu son Halk Bankası meselesine özel olarak girmek istemiyorum ama bilançosunda milyarlarca dolarlık büyüklükler olan bir bankanın bir kamu birimi olması, genel müdürünün siyasi otorite tarafından atanıyor oluşu zaten belanın geldiğinin göstergesidir.
Ne Halk Bankası, ne de Ziraat Bankası olmaz ise olmaz kurumlar asla değillerdir.
Ve hatta, saydamlığın yüceltileceği demokratik hukuk devletlerinde olmamaları çok ama çok daha iyidir.
Siyasi otorite esnaf ve sanatkara, köylüye ucuz kredi adı altında kaynak aktarmak isteyebilir, bu konuyu siyaseten tartışabiliriz ama bu kaynak aktarmanın yolu kamu bankacılığından değil bütçeden geçmelidir.
Bütçeye demokrasi sürecinde bu amaca yönelik ödenek konur, esnaf ve köylü kredisini piyasadan, piyasa fiyatından kullanır ama bu kesimlere bütçeden kaynak aktarılarak piyasa faizlerinin yüksekliğinden korunmuş olabilirler.
Saydamlığı gerçekten istersen, mutlaka kaynak aktarım süreçlerinin hukuk içi bir yolu vardır.
2004 MGK kararları üzerinden fişleme dedikodularını değil, bizzat MGK’nın varlığını tartışalım.
Son yolsuzluk operasyonu üzerinden de, durumdan vazife çıkaralım, kamu bankalarını tartışalım.
Ve böylece, Türkiye’ye zararı dokunan bu ortamdan olumlu bir sonuç çıkaralım.
Yazarınıza güvenin, MGK’sız ve kamu bankacılığı olmayan bir Türkiye çok daha güzel bir Türkiye olacaktır.