Yavaş yavaş dönemin sonuna doğru yaklaşıyoruz. Liselerde, üniversitelerde mezuniyet töreni telaşı var.
İstanbul’un köklü liselerinden birinin mezuniyet töreninde bir konuşma yapmamı istediler.
Bu da bende, bu konuşmayı tek bir okulla sınırlamayıp yazıya dökerek tüm okullara, tüm mezunlara bir anda hitap etme isteği doğurdu.
Yazının bundan sonraki kısmını mezun / mezun adayı gençlerimize okutunuz.
***
Kardeşim,
Biliyorum heyecanlısın, yıllardır hiç bitmeyecek gibi gelen o yolculuk bugün bitiyor. Her sabah ve her akşam gelip döndüğün o yolu bugün son kez döneceksin.
Elbette bir gün bitecekti, bunu biliyordun. Ama daha çok vardı sanki, önünde upuzun yıllar, ne çabuk geçiverdi, anlayamadın değil mi?
Heyecanın yanında tedirginsin de, sanki dört sene hep aynı kaldın da, bir günde dört yıl büyümüşsün gibi, değil mi?
Üstelik evinden, ailenden ayrılır gibi bir de okulunun duvarlarına, yılların arkadaşlıklarına, öğretmenlerine, kantinci Ahmet abiye, görevli Hasan abiye çaycı Hatice teyzeye veda etmesi de var…
Hayatın ne kadar ciddi , ne kadar gerçek, ne kadar açık sözlü olduğunu bugünden sonra daha net göreceksin.
Ama hiç korkma hayatın zorlaşacak olmasından, ne de olsa başrolünde senin olduğun bu oyunda bir seviye atladın. Artık bir sonraki aşamadasın. Oyun artık daha zor, ama sen de artık daha güçlüsün.
Biraz da gerçeklerden bahsedelim mi?
Şimdi bu okuldaki en yakın arkadaşlarınla “Biz hiç ayrılmayacağız” diyorsunuz ama zaman sizi biraz yanıltacak.
Hayatınızın yeni sezonu yayınlanmaya başlıyor. Başrolde sen varsın ama yan roller biraz değişecek, yeni oyuncular girecek kadraja.
Buradaki arkadaşlarınla elbette yine görüşeceksin, onları yine çok seveceksin. Ama merak etme, yeni bir dekorun önünde oynayacağın yeni senaryodaki rol arkadaşlarını da seveceksin.
Arada sırada eski okul arkadaşlarınla buluşacaksın tabii..
Her buluşmada ne kadar çok özlediğini fark edeceksin, biraz buruk olacak, biraz hüzünlenecek, “yoksa yaşlanıyor muyum” hissiyle sarsılacaksın, ama hayat da böyle bir şey işte zaten.
Ara sıra rüyana bile girecek bu okul, benim her yıl birkaç kez gördüğüm rüya hep aynıdır. Bu okulda öğrenciymişim, okulu bitirememiş miyim neymiş, diplomayı almayı mı unutmuşum da tekrar çağırmışlar, yeniden giymişim okul formamı. Değişmez, her yıl en az birkaç kez… Sen de göreceksin, çok özleyeceksin. “Bitsin, bir daha bu semtten bile geçmeyeceğim” dediğin günlere geri dönüp kızacaksın kendine.
Öğretmenlerini daha iyi anlayacaksın, daha iyi değil, çok daha iyi. Belki biraz hayatının merkezine kendini koyduğundan olsa gerek, onları hep sana yaklaşımlarıyla adlandırmıştın, iyi not verdiyse iyiydi, kötü notta ise kesin sana takmıştı.
Bugünden sonra onların da birer sıradan insan olduğunu, öğretmenliğin onların mesleği olduğunu, her birinin kendi hayat mücadelesinin emekçisi olduğunu fark edeceksin.
Sana emek verirken bir yandan da kendi dertleriyle uğraştılar, kendi çocuklarını büyüttüler, senin sınav kağıtlarını okumadan önce bir de yemek pişirip ertesi gün için gömleklerini ütülediler.
Onları zaman zaman hayatın bir kesişim anında görmeye devam edeceksin, öğretmenlerini… Lütfen en sevmediğin öğretmenini bile gördüğün her yerde yanına git, elini öp, sarıl, halini hatrını sor. Unutma onların mahsulü sensin, senin hayatta geleceğin yeri görmek de ekinlerinin hasatını aldıkları an olacak.
Bir gün araçla seyir halinde bir toplantıya giderken yolda birkaç yüz metre ileride lisedeki beden eğitimi öğretmenimi gördüm. Kaldırımda değil, caddenin ortasındaydı, yürümüyor, ayakta duruyordu sadece.
Eyvah, bir terslik mi vardı? Bir şey mi olmuştu?
Arabayı nasıl park ettiğimi, nereye bıraktığımı hatırlamıyorum, nefes nefese koşmuştum yanına. “Hocam ne oldu hayırdır inşallah?” dediğimde güldü halimi bakıp, “Bir şey yok, 19 Mayıs için prova yapıyor öğrenciler bu caddede” deyince derin bir oh çektim. Oysa öğrenciliğim biteli 15 sene olmuştu, neyin paniğiydi ki bu böyle?
Demek ki öğrencilik hiç bitmiyor, öğretmenin öğrencisi olmak hiç bitmiyor, bir okulun parçası olmak hiç bitmiyor, okulun tuğlaları kalkıp gidemiyor yerinden de, öğrencisi gidebildiği halde kopamıyor...
Şimdi yepyeni bir hayat var önünde.
Kararı sen vereceksin, figüran gibi mi yaşayacaksın bu hayatı, yoksa bir başrol gibi mi?
Tozu dumana katan mı olacaksın yoksa hayatın peşinde sürüklenip tozu dumanı yutan mı?
Bittiğinde başyapıt bir hayat hikayesi mi bırakacaksın ardında, yoksa ucuz bir roman mı?
Ne yaparsan yap, mesleğin ne olursa olsun, ister çok zengin ol, ister kıt kanaat yaşa…
Asla ödün vermeyeceğin şeyler olmalı, kırmızı çizgilerin, olmazsa olmazların, vazgeçilmezlerin, kuralların…
Bir kavgan olmalı, bir mücadelen, bir idealin, bir kızıl elman…
Kendine hep en iyiyi layık göre, ülken için hep en iyiyi iste, yeryüzüne bir emanet gibi titizlikle sahip çık.
Bu toprakların nasıl alındığını, nasıl korunduğunu, nasıl bizlere kadar özenle vardığını hiç unutma.
Apaydınlık ve berrak bir zihinle oku hayatı, önüne konulan hiçbir şeyi öylece kabul etme, “Şunu oku”, “Bunu düşün”, “Buna inan”, “Doğrusu budur, ötesini karıştırma” diyenler olacak, sen yüreğini, vicdanını dinle, aklınla karar ver.
Dünya yaşamak için kötü bir yer artık, ama bu kötüler yüzünden değil, onlara müsaade eden, dur diyemeyen iyiler yüzünden. Sen kötüyle iyinin bitmek bilmez bu savaşında iyinin tarafında, iyinin yanında ol.
Okumaktan asla vazgeçme, öğrenciğini asla bitirme, artık tamam, ben oldum deme, kendine sürekli yatırım yap, bir gününü bile boşa geçme.
Bu dünyada kimse bize dikensiz gül bahçesi vaat etmedi. Zorlanacaksın, düşeceksin, dizlerin kanayacak, kalkıp üstünü silkeleyip yola devam edeceksin. Pes etmeyeceksin, üşenmeyeceksin, vazgeçmeyeceksin.
Bu ülkenin, bu toprağın sana ihtiyacı var.
“Ben olmasam ne olur” deme, sensiz iyiler bir kişi eksik, kötüler bir kişi fazla...
Bir kişiden ne olur deme.
Bir tek kişi bir milletin kaderini değiştirir.
Mezuniyetin, yeni hayatın, zorlu yolculuğun hayırlı olsun.