Irak’ın işgalinden sonra sıkça duyar olduğumuz “Mezhep Savaşı” ifadesi İran-Suudi Arabistan gerginliği ile birlikte ‘tavan’ yaptı.
Peşinen söyleyelim ki “mezhep”ten İslam dairesi içindeki bir mefhumu kast ediyorsak bu yanlış bir ifadedir.
Çünkü İslamiyet’te “mezhep”, Ehl-i Sünnet’i oluşturan dört büyük alimin yoludur ve bunlara tabi olanlar arasında bir ‘savaş’ın söz konusu olmasını bırakın, diğer üç mezhebe de uymak ‘sebeb-i saadet’ olarak görülür.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi Vesellem) “Ehl-i necat” olarak isimlendirdiği bu dört mezhep dışında kalan yolların, “ateşe” götüreceğini haber vermiştir.

Hakeza, Şiilik de Vehhabilik de İslam’ı şekilciliğe indirgeyen siyasi amaçlar için araçsallaştıran yorumlardır.
Nitekim İran, yıllardır inşa ettiği “Şii hilalini”n kilit taşını koyarak Pers İmparatorluğunu yeniden ihya peşinde, Suudi Arabistan ise miadı dolan Sykes-Picot’la birlikte sarsılmaya başlayan “Krallığı” kurtarma derdindedir.
Dolayısıyla bu çekişme, İslamiyet uğruna yapılan bir hak-batıl mücadelesi olmadığı gibi İslam’ın farklı yorumlanmasından kaynaklanan bir fraksiyon çatışması da değildir.
Bu restleşme, ulusal çıkarlar için İslamî değerleri kullanmaktan ibarettir ve (şayet taraflar için bir önem taşıyorsa) İslam’ın ruhuna da aykırıdır.
Hatta gelinen noktanın vahametini sadece “ulusal çıkarlar”la ifade etmek de mümkün olmayıp, uluslararası boyutuna bakmadan Ortadoğu’da hatta bütün İslam aleminde olup biteni doğru anlamak mümkün değildir.
Nedense hep İslam dünyası yanıyor...
Sosyal medyada dolaşan bir yerküresi var. Çatışmalı bölgelere ‘alev’ koymuşlar, ortaya çıkan görüntüyü de yazmışlar: “İslam coğrafyası yanıyor...”
Buralar neden bu hale geldi?
“Efendim fakirlik ve baskı bu ülkeleri infilak ettiriyor...”
Peki dünyanın en değerli kuşağındaki bu ülkeler neden bu kadar fakir?
Bunun cevabını Avrupa’nın zenginliğinde aramak gerekir.
Bu coğrafyanın bütün zenginliklerini küçücük bir ‘kıta’ya hatta bir ‘ada’ya taşıdılar ama doymadılar ve hâlâ ellerini bu fakir ülkelerin cebinden çekmediler.
Onun için bugün İslam dünyasında yaşanan kaosu, derununa inmeden doğru anlamak mümkün değildir.
Büyük alim Abdülhakim-i Arvasi hazretleri buyuruyor ki, “İslam’ın en büyük düşmanı İngilizlerdir. İslamiyet’i bir ağaca benzetirsek, diğerleri, fırsat bulunca bu ağacı dibinden keser. Bu ağaç yine de bir gün filiz verebilir. Ama İngilizler bu ağacı besler fakat gece kimse görmeden köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki bir daha süremez. ‘Vah vah çok üzüldüm’ diyerek Müslümanları aldatır. İngilizler, İslam’a bu kötülüğü para, mevki gibi şeyler karşılığında satın aldıkları yerli münafıklar vasıtasıyla yapar.”
Nitekim içeriden ve dışarıdan uyguladıkları farklı yöntemlerle, hedef seçtikleri ülkelerin siyasetini ve dış politikasını etkilemektedirler.
İslam dünyası uyuyor mu?
Peki İslam dünyasının hiç mi kabahati yok.
Tam aksine asıl sorumlu, ‘şekil değiştirmiş Lawrence’leri göremeyen İslam dünyasıdır.
Bugünün dünyasında, bu oyunları iyi okuyan ve son derece etkili politikalarla karşı koyan tek lider Sayın Erdoğan’dır...
Bütün ailesiyle birlikte boy hedefi seçilmesinin sebebi de budur.
Onun için İslam dünyası hem kendi arasındaki emperyalist hayallerden kurtulmalı hem de ihtilaflarını; kendi ulvî değerleri çerçevesinde çözmelidir.
Yoksa hariçten gazel okuyanlar, bu alevlerin sönmesi için değil, harlaması için üfleyecektir.