Bendeniz mühendisim. Reklama girecek belki ama yüksek mühendisim. Mühendisin yüksek olanı makbul oluyor malum. Neyse işim iyi, düzenim güzel...
İki ay evvel sebebi meçhul bir öksürük yakama yapıştı. Öksürüğüm hasta atların öksürüğü gibi bezdirici oldu. Gece uykuyu gündüz rahatı unuttum. Başta umursamadım ama evde öksürük sesinden dizi izlenemez olunca itiraz edecek durumum kalmadı. Doktora yollandım. Doktor film çekti, muayene etti, “Terli iken biraz daha dikkatli olalım” dedi gönderdi beni. İlaçlarımı aldım. Öksürük inatçı çıktı. Üç gün, beş gün ilaçlardan hiçbir fayda göremedim. Ama ilginç bir durum var idi ki iştahım her geçen gün açıldı. Yediklerimi hesaba vursanız asker karavanasıyla beş bölük doyuracak kadar değilse de topluca gidilen bir piknikte sekiz kişiyi doyuracak kadar vardı.
Evdekileri aldı bir neşe. Annem; “Ettiğim dualar kabul oldu” diyerek şükürler ediyordu. Hanım ise “Öksürüğün sonu hayırlı çıktı” diye seviniyordu. Ben ise gece kalkıp buzdolabını talan eden arsız maymunlar gibiydim. Yemekten yoruluyordum ama doymuyordum.
Kemerde bir delik atladık. Askerde rütbe alanlar gibi seviniyordum. Gıdıklı, göbekli bir mühendis olacağım diye kendimle dalga geçsem de iştahımın büyüklüğüne şaşırmıyor değildim. İşyerindekiler benim her teklife hayır dememe alışkın oldukları için bana teklif etmeden yer içerlerdi. Ama benim kocaman iştahım onları da şaşırtmayı başardı. Öğle yemeğinin üzerinden iki saat geçmeden ben helva ekmekle kolayı beraber götüren inşaat amelesi kadar acıkmış oluyordum.
Öksürüğüm azalmıyordu. Ama annem benim iştahsızlık hikâyelerimi evde torunlarına yani benim yavrulara anlatıyordu. “O günler eskide kaldı diyeceğim ama nazarım değer diye korkuyorum” diyordu.
İlaçları alışımın onuncu gününde cildimde kızarıklıklar görmeye başladım. İnternete baktım. Öyle hastalıklardan bahsediliyordu ki korktum. Boşuna demiyorlar internet bilgisine güvenilmez diye. Ben de acemi doktorluğu bırakıp gerçek bir doktora danışmayı düşündüm. Ama doktordan randevu al sıra bekle uzun iş diye düşündüm ve eczacı Sezai Efendi’ye sormaya karar verdim.
Sezai Efendi ilaçlara baktı.
-Sen nereni beğenmiyordun?
-Öksürüğüm geçmiyor.
Şaşırdı.
-Şu ilaçlar neyse de bunu neden yutuyorsun acaba?
Gösterdiği tabletlerin yarısını yutmuştum çoktan. Mühendisim ama insan bilmediğinin cahili oluyor işte. Sezai Efendi göbeğini hoplatarak gülmeye başladı.
-Yahu şimdi anlaşıldı. Sizin ilaçlar karışmış. Meymenet Yenge de ilaçlarını getirdiydi bak diye. Senin bir ilaç ona gitmiş onunki de sana gelmiş. O sebepten etin kızardı senin...
Sezai Efendi’ye epeyce gülecek malzeme çıkmıştı. Kimselere söylememesini tembihledim. Eczaneden ayrıldım. Meğer ben Meymenet Yenge’nin ilacını yutmuşum. Yanlış ilaçtan kurtulduk ama öksürüğüm devam ediyordu. Aradan geçti bir hafta daha. Ama bu geride kalan hafta boyunca benim iştahım kesildi tekrar eski halime döndüm. Anlaşılan o ki Meymenet Yenge’nin ilacının yan etkisi olarak benim iştahım açılmıştı. Annem üzülmesin istiyordum. Canım istemese de yedim yedim. Meğer zorla yemek ne kadar zor imiş. Bir haftaya yakın annemin hatrı için ha bire yedim. Sonunda dayanamadım. İştahımın kesildiğini anneme söylemeye karar verdim. Akşam oldu. Lafı uzatmadan hemen söyleyeyim istedim. Ama annem benden önce davrandı.
-Oğlum bugün Meymenet’i gördüm. Senin oğlan benim hapları alıp yutuyormuş sağı solu kızarmış dedi. Gülüştük. Var mı öyle bir şey...?
Annemin Meymenet’in hapları diyerek başladığı hikâye meğerse tüm mahallenin dilindeymiş. O akşam da hanım ve çocuklara malzeme oldum. Yatana kadar güldüler eğlendiler. Ben bozulsam da ses etmedim. Varsın eğlensinler dedim. Ha bu arada öksürüğüm devam ediyor. Annem ; “Oğlum Sezai Efendi’ye uğra da sana ilaç versin” diyor. Sonra gülüyor. Allahım annem hep gülsün ben öksürmeye razıyım diyorum...